Heyecanla
beklediğim dakikalar yaklaştıkça kendimi hür ve mesut addediyordum. Nihayet
randevu saat ve yerinde buluşmuş Çankaya derelerine kol kola sahih ve emin
adımlarla şakalaşarak ilerlemiştik. Onun hülyası ile geçirdiğim dakikalar gelip
çatmıştı. Onu çok şuh ve güzel görmüştüm. Sevinçli ve müşfikti. Ağaçların
gölgesinde mendilleri sermiş oturmuştuk. Bir aralık yanıma yakınıma oturarak
kucağıma atılmış hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. Ellerimin üzerine damlayan gözyaşları
kalbimden kanayan bir damla gibi yüreğimi sızlatıyordu. Tabi ki ben ona iştirak
ederek ağlayamazdım. Ah keşke ağlayabilsem de onun matemi ile
ferahlanabilseydim. Tanrım, beni affet. Zira onun gözyaşlarına yegâne sebep ben
oluyorum. Onun bütün mevcudiyeti ile ruhu ve benliği ile beni sevdiğini ve
bağlandığını biliyorum. O, nasıl ki benim günlük hayatıma girmiş her saniye
nasıl ki hülyalarımın kahramanıdır, ben de onun her neşe ve kederinde olduğumu
biliyorum… Onunla ne tatlı ve sıcak
öpüşmüş, alevden saçlarını okşamış ne muhabbet dolu gözler ve özleyişlerle
haspihal etmiştik. Öyle güzel öyle şiir ve müzik gibi konuşmuştu ki onun her
kelimesini yine onun yanında kendi kendime tekrarlamak ihtiyacını duyuyordum.
Artık
benden ümidini kesmiş kanatsız kuşlar gibi arzu ve merhametime sığınmak istiyordu.
Hasta imiş. İstirahat almış, Cavide Akman’la yalnızmış. Hep beni anlatır benim
hasretimle avunuyormuş. Benimle evlenmezse verem olacakmış. Benim kendisini
hasta ve halsiz yatağında ziyaret etmemi istiyormuş. Bu ne cinnet Allahım. Ne
hataların mesnedi oluyorum. Of! Yeter artık onun acısı benim de acım oluyor.
Niçin onu sevdim? Beni niçin ona sevdirdin?
Nihayet
o son ve mahut dakika geldi. İşte son olarak elini bana uzatıyor. Son olarak
gözleri sevgi fışkırarak gözlerime bakıyor. Son olarak dudakları güle güle
diyor. Son olarak adımlarımızın sesleri ayrılık feryadı haykırıyor. Son olarak sıcaklığında ısınıyorum. Son
olarak şirin sesini duyuyorum. Son olarak ‘’Derviş’’ kelimesini ağzından bir
daha işitiyorum. Son olarak meçhul olan ‘’hepsine selam söyle’’ nida ve
nağmelerinin iniltisini tekrarlayarak gözümden kayboluyor.
Durdum.
Onun gidişini seyrettim. Git ey sevgilim ey gençliğimin armağanı, ebediyen
gözlerimden kayıp fakat kalbimde mevcut olarak yaşayacaksın. Hiçbir defa samimi
olmadan ‘’seni seviyorum’’ cümlesini sarf etmedim ve sevgi zaafından istifadeye
kalkışmadım. Onu sana karşı bir silah ve koz diye kullanmadım. Benim hakkımda
ne kadar kötü düşünürseniz düşünün ben hep iyimser kalacağım. Çünkü sen benim
için çok şeydin. Çünkü seni aldatmak mahzun etmek istememiştim. Ne yazık ki
şimdi senin için de benimki gibi kan ağlıyor.
Heyhat!
Dediğim gibi şu hayat, şu alçak ve zelil hayat ne sürprizler yaratıyor. Git ey
gönlümün kraliçesi git. Şu an teessüm, hicran, keder, şefkat ve bedbahtlığın
esiri kölesi olarak göğsüm tıkanıyor gözlerim doluyor. Arkadaşlarımdan
utanmasam hıçkırarak masaya bu satırların üstüne kapanacak yazıları
gözyaşlarımla ıslatacağım. Ama kimse farkında değil. Herkes kendi işi ile
meşgul. Kıvrandığım gönül ızdırabını ve ağırlığın intibalarını ancak ben
taşıyorum. Ah! Gökler, dağlar, ufuklar çok darsınız sıkılıyorum kalbim göğsüme
sığmıyor. Kâinat üzerime çökmüş omuzlarım kırılıyor. Bu ağırlığı eğleyemiyorum.
Nahide,
üzülürsün diye gideceğim günü sana yazmamış ve söylemek istememiş seni oldubitti
karşısında bırakmayı faydalı bulmuştum. Hâlbuki uzun müddetli istirahatın
dolayısıyla benden önce İstanbul’a gideceğine göre seni yolcu etmeyi şiddetle
arzu ediyorum. Çünkü sensiz emin ol Ankara bana zindandır. Beni ona rapteden
senden başka hiçbir gönül bağım, göz aşinam yoktur. Tailden sonra bir hafta
kalmayı düşünmüştüm. Fakat madem sen burada bulunmayacaksın zincirlerle
bağlasalar duramam. Belki sen bunun bir hile ve riya olduğunu kabul edersin hâlbuki
böyle bir mecburiyetim yoktur. Zaten bu satırlar sana değil yalnız bu deftere
yazılıyor. İhtimal ki okumak nasip olmayacaktır. Seninle İstanbul’a gelmeyi de
düşünüyorum. Fakat zararı yine sana olacağı için bu zevkten feragat ediyorum. Zira
mademki evlenemeyeceğiz bari daha fazla dedikoduya mahal vermeyelim. İstasyonda
seni gözlerimle yolcu etmek kalbimden bir parça daha vermek isterim. Gideceğin gün
ve saati bana kesin olarak bildirirsen hüzünlü olsa da gelecek, yoluna meftun
iştiyaklarla bakacağım.
……………
25
Temmuz 1950 tarihli mektup ile devam edecek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder