ÖNSÖZ
Gerçek olan
bu vak'anın cereyanı, başından itibaren mektuplarla sabit ve mahfuzdur. En son
olaylar tarih sırası ile mektup halinde birbirine bağlı olarak buraya
kaydedilmiştir.
Yazıldığı yerleri
muayyen olan bu naçiz defter son günlerin silinmez hatırası olarak ismi geçen
sevgiliye ithaf edilmiştir. Maceranın tevlit ettiği neticeyi etraflıca anlamak
için oluş sırasını takip ederek okumak zahmetini esirgememek faydalıdır.
Sevgilim
Nahide, kaynayan heyecanların itirafları olan bu defteri iade edilmek üzere
sana gönderiyorum.
Güle
güle!...
M.D.Y.
17 Temmuz
1950 - Ankara
Bugün garip
ve çekip götüren bir hissin altındayım. Kırılıp dökülen kalplere rağmen bayram
vesilesi ile Nahidelere gitmek istiyorum. Öyle bir gidiş ki hem bayramlaşma hem
de ebedi vedalaşmayı ihtiva edecekti. Henüz bir hayli zamanım var. Fakat eğer
tam gideceğim gün Allaha ısmarladığa gidersem beni çılgınca sevdiğine şüphem
olmayan bir nazenine ani bir darbe olacak ve belki arkamdan gözyaşları dökecek.
Annesinin ablasının yanında kendisini karyolaya atıp hıçkıra hıçkıra
ağlayacaktır. Belki son vedânın kaderi onu biraz daha bana bağlayacak ve bu
yıkıcı acının tesiri ile bana kahr edecektir. Ya beddua edecek ya da bir defa
daha görmeyi kalpten arzulayacaktır. İşte hiç değilse bu kadarcık imkânı
bağışlamak maksadı ile şimdiden vedalaşmayı, bilahare tekrar görmek üzere ayrılmayı
ve onu tedricen alıştırmayı, hatta haberi olmadan Ankara'dan çekip gitmeyi
düşünmüştüm.
Onları evde
bulamayınca talih ve kader böyle nasip etmiş diyerek bu üzüntülerimi
kartvizitime iki satırla yazıp kapıya bırakmaya başlamıştım ki Nahideler geldiler.
bana karşı bütün sıcaklıkları kaybolmuş, adeta bayağı bir misafir gibi buyur
ettiler ve ancak nezaket icabı elimi sıktılar. Şeker ve kahve verdiler. Ey fani
âlem, insan ve insanlığın içinde yüzdüğü bu korkunç ve dalgalı hayatın manası
nedir? Nedir ki daimi bir akış halinde sevgiler, güzellikler, besteler,
gençlikler, hulasa bütün hayatı maziden meçhul istikbale sürüp götürüyor?
İlk
buluştuğumuz saati günler kovaladı son ayrıldığımız gün buluştuğumuz ilk günü
on dokuz aydan sonra ne çabuk gelip buldu. ne yazık ki bu da böylece bitti
<< her güzel şey gibi o da çabuk süratle gelip geçti ve bitti. >>
bu bitiş anında çok şeyler söyleyecektim. fakat '' anne artık müsaadenizle
zaten yakında gideceğiz. Ekmeğinizi yedim, kahvenizi içtim, hakkınızı helal
edin'' diyebildim. Erkeklik gururuma yedirebilseydim hüngür hüngür ağlar ölüme
giden bir evladın baba evinden ayrılırken ıstırabın aynını duyduğumu
gözyaşlarıyla ifade ederdim.
Nahide'nin
yüzü aşk hicranının ana hatları ile sararmış yalnız susuyordu. Ancak ''güle
güle!...kelimeleri, öptüğüm ateşin dudakları, hüznün titremeleri ile vücudumu
sardı. Fazla duramazdım. Bir an evvel uzaklaşmak kaderimi onlardan saklamak
lazımdı.
Şu kadar
zamandan beri gezdiğim Ankara’nın taşı toprağı akşamı, ayı, mehtabı, yıldızı,
elektriği her şeyi ta yolcuların ellerinde buruşturularak kaldırımların
kenarlarına attıkları bilet parçaları bile ayrı bir anlam taşıyor, hepsinde
Nahide'nin o anki solgun yüzünü görüyordum. Şimdi evde ne yapıyor? Ümit edip
belki hakikaten bağlandığı insanı ölünceye kadar görmemek üzere yapılan ve
vedaya ne mana veriyor diye iç çekiyordum.
Ankara'nın
en viran olmuş harabesinden en muazzam ve debdebeli apartmanlarına bir daha bir
daha bakıyordum. Allahım ! En basitinden en mürekkebine kadar bütün canlı ve
cansız kainat bana mukaddes bir belde bir abide bir mabet gibi geliyor.
onlardan akseden serin havayı Nahide'nin nefesi, kokusu ile dolmuş addederek
teneffüs ediyordum. Kendisini evde görüp ayrıldığım halde her adım başına
karşıma çıkacağını aşkın kadınlığın muhabbetin sevginin en müşfik sahnesini
yaratacağını ümit ediyordum. Yine arkamdan koşup geleceğini her zamanki müzik
sesi ile '' derviş günahımı çekersin sakın beni bırakma... Güldür beni artık
yeter ağlatma günahtır.'' diye feryad edip haykıracağını şehvetin fethedilmez
aczi ile sarılıp zaten ezilip harap olan gönlümü coşturacağını zan etmiştim.
Heyhat ne o, ne bu de ne de hiçbir şey. Bilmeden ona ne kadar merbutmuşum
meğer!...
Eğer trene
bineceğim gün vedalaşsaydım üç senelik tahsil hatıralarını bir son gibi ilelebet
geride bırakmak çok yıkıcı olacak yolculuğum ve iznim zehir olacaktı. Az da
olsa Nahide'nin elini sıkarken duyduğum sıcaklığın ölmeyeceğine, ölmezliğine
alışmış olacağım...
..............
21 Temmuz
1950 tarihli mektup ile devam edecek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder