19 Temmuz 2012 Perşembe

BİR TEĞMENİN AŞK HİKAYESİ 1 - (17 Temmuz 1950)

ÖNSÖZ
Gerçek olan bu vak'anın cereyanı, başından itibaren mektuplarla sabit ve mahfuzdur. En son olaylar tarih sırası ile mektup halinde birbirine bağlı olarak buraya kaydedilmiştir.
Yazıldığı yerleri muayyen olan bu naçiz defter son günlerin silinmez hatırası olarak ismi geçen sevgiliye ithaf edilmiştir. Maceranın tevlit ettiği neticeyi etraflıca anlamak için oluş sırasını takip ederek okumak zahmetini esirgememek faydalıdır.
Sevgilim Nahide, kaynayan heyecanların itirafları olan bu defteri iade edilmek üzere sana gönderiyorum.
Güle güle!...
                                                                                                                M.D.Y.
17 Temmuz 1950 - Ankara
Bugün garip ve çekip götüren bir hissin altındayım. Kırılıp dökülen kalplere rağmen bayram vesilesi ile Nahidelere gitmek istiyorum. Öyle bir gidiş ki hem bayramlaşma hem de ebedi vedalaşmayı ihtiva edecekti. Henüz bir hayli zamanım var. Fakat eğer tam gideceğim gün Allaha ısmarladığa gidersem beni çılgınca sevdiğine şüphem olmayan bir nazenine ani bir darbe olacak ve belki arkamdan gözyaşları dökecek. Annesinin ablasının yanında kendisini karyolaya atıp hıçkıra hıçkıra ağlayacaktır. Belki son vedânın kaderi onu biraz daha bana bağlayacak ve bu yıkıcı acının tesiri ile bana kahr edecektir. Ya beddua edecek ya da bir defa daha görmeyi kalpten arzulayacaktır. İşte hiç değilse bu kadarcık imkânı bağışlamak maksadı ile şimdiden vedalaşmayı, bilahare tekrar görmek üzere ayrılmayı ve onu tedricen alıştırmayı, hatta haberi olmadan Ankara'dan çekip gitmeyi düşünmüştüm.
Onları evde bulamayınca talih ve kader böyle nasip etmiş diyerek bu üzüntülerimi kartvizitime iki satırla yazıp kapıya bırakmaya başlamıştım ki Nahideler geldiler. bana karşı bütün sıcaklıkları kaybolmuş, adeta bayağı bir misafir gibi buyur ettiler ve ancak nezaket icabı elimi sıktılar. Şeker ve kahve verdiler. Ey fani âlem, insan ve insanlığın içinde yüzdüğü bu korkunç ve dalgalı hayatın manası nedir? Nedir ki daimi bir akış halinde sevgiler, güzellikler, besteler, gençlikler, hulasa bütün hayatı maziden meçhul istikbale sürüp götürüyor?
İlk buluştuğumuz saati günler kovaladı son ayrıldığımız gün buluştuğumuz ilk günü on dokuz aydan sonra ne çabuk gelip buldu. ne yazık ki bu da böylece bitti << her güzel şey gibi o da çabuk süratle gelip geçti ve bitti. >> bu bitiş anında çok şeyler söyleyecektim. fakat '' anne artık müsaadenizle zaten yakında gideceğiz. Ekmeğinizi yedim, kahvenizi içtim, hakkınızı helal edin'' diyebildim. Erkeklik gururuma yedirebilseydim hüngür hüngür ağlar ölüme giden bir evladın baba evinden ayrılırken ıstırabın aynını duyduğumu gözyaşlarıyla ifade ederdim.
Nahide'nin yüzü aşk hicranının ana hatları ile sararmış yalnız susuyordu. Ancak ''güle güle!...kelimeleri, öptüğüm ateşin dudakları, hüznün titremeleri ile vücudumu sardı. Fazla duramazdım. Bir an evvel uzaklaşmak kaderimi onlardan saklamak lazımdı.
Şu kadar zamandan beri gezdiğim Ankara’nın taşı toprağı akşamı, ayı, mehtabı, yıldızı, elektriği her şeyi ta yolcuların ellerinde buruşturularak kaldırımların kenarlarına attıkları bilet parçaları bile ayrı bir anlam taşıyor, hepsinde Nahide'nin o anki solgun yüzünü görüyordum. Şimdi evde ne yapıyor? Ümit edip belki hakikaten bağlandığı insanı ölünceye kadar görmemek üzere yapılan ve vedaya ne mana veriyor diye iç çekiyordum.
Ankara'nın en viran olmuş harabesinden en muazzam ve debdebeli apartmanlarına bir daha bir daha bakıyordum. Allahım ! En basitinden en mürekkebine kadar bütün canlı ve cansız kainat bana mukaddes bir belde bir abide bir mabet gibi geliyor. onlardan akseden serin havayı Nahide'nin nefesi, kokusu ile dolmuş addederek teneffüs ediyordum. Kendisini evde görüp ayrıldığım halde her adım başına karşıma çıkacağını aşkın kadınlığın muhabbetin sevginin en müşfik sahnesini yaratacağını ümit ediyordum. Yine arkamdan koşup geleceğini her zamanki müzik sesi ile '' derviş günahımı çekersin sakın beni bırakma... Güldür beni artık yeter ağlatma günahtır.'' diye feryad edip haykıracağını şehvetin fethedilmez aczi ile sarılıp zaten ezilip harap olan gönlümü coşturacağını zan etmiştim. Heyhat ne o, ne bu de ne de hiçbir şey. Bilmeden ona ne kadar merbutmuşum meğer!...
Eğer trene bineceğim gün vedalaşsaydım üç senelik tahsil hatıralarını bir son gibi ilelebet geride bırakmak çok yıkıcı olacak yolculuğum ve iznim zehir olacaktı. Az da olsa Nahide'nin elini sıkarken duyduğum sıcaklığın ölmeyeceğine, ölmezliğine alışmış olacağım...
..............
21 Temmuz 1950 tarihli mektup ile devam edecek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder