Geçenlerde telefon
etmiş bulamamıştım. Kendi kendime hayal kurmuş belki kazara aldığı birkaç
saatlik izin benim telefon ettiğim saate rastlamış, kendisine bilahare
telefondan çağrıldığı haberi verilince kim bilir orada bulunmadığına ne kadar
pişman olacak lânet getirecektir.
Bu gece rüyamda hep
beraber ve yalnızdık. Palunun bahçelerinde hem bir çift sevgili hem mesut ve
şakrak iki arkadaştık. Berrak bir sabahın tatlı ve nefis nağmeleri ile canlı
bir bahar tablosu manzarası vardı. Palu suyunu geçiyorduk. Coşup kabaran ve
çağlayarak akan nehrin küçük bir kolunun geçit yerinde mevcut taşlar üzerinden
soyunmaksızın geçmek istedik. O, benden evvel koşarak taşları sıçrayarak geçerken
ayağı kaydı ve iskarpini ayağından çıkarak suya düştü. Nahidem karşı yakaya
geçmişken su ile sürüklenerek kıyıdan götürülen iskarpinini nasıl bir çığlık ve
heyecanla sudan almış, ne müşfik ve gülen tavırlar takınmış, ne masum ve aşk
dolu gözlerle bana bakmıştı. Sonra ayakkabılarımı çıkararak suyu geçmiş
senelerce ayrılık ve vuslat hasretini çeken iki aşina gibi iç içe sarılmış
kalpten hislerle öpüşmüştük. O su, o
taşlar, o rüzgar, o güneş, o serin ve aşk kokusu ile ruhlara sinen latif sabah
havası. Nihayet o tabiat ve candan sevdiğim Nahidem. Hepsinden sonra onlardan
birer zerre olan işte ben!
Şu an o sahneyi yeniden
seyrediyorum. Güzellikler karşısında insanın irade ve kavrayışı ne kadar
acizdir. Ey sevgilim, ey hayatımın ve rüyalarımın kahramanı sana ta uzaklardan
buselerle neşeliyim.
………………………..
31 Temmuz 1950 tarihli
mektup ile devam edecek