18 Eylül 2012 Salı

BİR TEĞMENİN AŞK HİKAYESİ 8 - (30 Temmuz 1950)



Geçenlerde telefon etmiş bulamamıştım. Kendi kendime hayal kurmuş belki kazara aldığı birkaç saatlik izin benim telefon ettiğim saate rastlamış, kendisine bilahare telefondan çağrıldığı haberi verilince kim bilir orada bulunmadığına ne kadar pişman olacak lânet getirecektir.
Bu gece rüyamda hep beraber ve yalnızdık. Palunun bahçelerinde hem bir çift sevgili hem mesut ve şakrak iki arkadaştık. Berrak bir sabahın tatlı ve nefis nağmeleri ile canlı bir bahar tablosu manzarası vardı. Palu suyunu geçiyorduk. Coşup kabaran ve çağlayarak akan nehrin küçük bir kolunun geçit yerinde mevcut taşlar üzerinden soyunmaksızın geçmek istedik. O, benden evvel koşarak taşları sıçrayarak geçerken ayağı kaydı ve iskarpini ayağından çıkarak suya düştü. Nahidem karşı yakaya geçmişken su ile sürüklenerek kıyıdan götürülen iskarpinini nasıl bir çığlık ve heyecanla sudan almış, ne müşfik ve gülen tavırlar takınmış, ne masum ve aşk dolu gözlerle bana bakmıştı. Sonra ayakkabılarımı çıkararak suyu geçmiş senelerce ayrılık ve vuslat hasretini çeken iki aşina gibi iç içe sarılmış kalpten hislerle öpüşmüştük.  O su, o taşlar, o rüzgar, o güneş, o serin ve aşk kokusu ile ruhlara sinen latif sabah havası. Nihayet o tabiat ve candan sevdiğim Nahidem. Hepsinden sonra onlardan birer zerre olan işte ben!
Şu an o sahneyi yeniden seyrediyorum. Güzellikler karşısında insanın irade ve kavrayışı ne kadar acizdir. Ey sevgilim, ey hayatımın ve rüyalarımın kahramanı sana ta uzaklardan buselerle neşeliyim.
………………………..
31 Temmuz 1950 tarihli mektup ile devam edecek