29 Ekim 2013 Salı

GEÇ OLMADAN

Sahip olduğumuzu bildiğimiz birçok şey var bir de sahip olup da farkında olmadığımız şeyler. Bu ikisinin ise tek bir ortak yanı var o da sahip olduğumuz her şeyin kıymetini kaybettiğimizde anlamamız.
Karnımız tokken yemeğin kıymetini, hüznümüz yokken mutluluğun kıymetini, dostumuz varken dostun kıymetini bilmeyiz.  Ta ki ne zaman olmazlar yahut noksan olurlar veya onlara ihtiyaç duyarız işte o zaman anlarız kıymetlerini.  Dilerim ki kıymetini anladığımız şeyler biz anladığımızda yine yanıbaşımızda olsunlar. Eğer olmazlarsa bizlerden her seferinde bir parça alıp, büyütür bizi yok saydıklarımız.
Yaşımızdan, fikrimizden anlık isteklerimiz yüzünden fevri davranırız kimi zaman. O anın verdiği kızgınlıkla çevremizde kim varsa pervasızca üzer bir adım sonrasını düşünmeyiz bazen. Sonra bir gün anlarız ki hiçbir şey anneden babadan dosttan öte değildir hayatta. Sonra bir gün anlarız ki biz tabağımızdaki yemeği beğenmezken dünyada onca aç bîtap insan vardır. Sonra bir gün anlarız ki aslında mutlu olmadıktan sonra dostlarımızla olmadıktan sonra hiçbir kıymeti yoktur tek başına sahip olduklarımızın yahut olmak istediklerimizin.
İnsanız işte kışın soğuktan yazın sıcaktan şikâyet eder dururuz. Var olanı,  var olduğu zaman acısıyla tatlısıyla sevip sahip çıkmamız gerektiğini her seferinde unuturuz. Oysa elimizdekileri henüz kaybetmeden, elimizdekiler gitmeden, biz geriden bakan olmadan sıkı sıkıya sarılmalı, ona kendimizden bir şeyler katmalıyız.
Hani diyorum yağmur yağmadan üstümüzdeki çatının, hava soğumadan sıcak evimizin, göçmeden bu dünyadan sevdiklerimizin kıymetini bilsek olmaz mı?
                                                                                           İsa Güneruz

8 Ağustos 2013 Perşembe

SOKAK

Yıllar önceydi o sokağı ilk görüşüm. Sıradan bir sokaktı ilçenin meydanına bağlanırdı. Köşesinden dolmuşa otobüse binerdi insanlar. Çok kez biz de yürüdük o sokakta; köşesinde dolmuşa bindik, arkadaşlarımızla buluştuk, hemen aşağısındaki çeşmeden su içtik kana kana...
Kimsenin değildi o sokak. Kimseye bir sokaktan fazlasını da ifade etmiyordu belki. Belki kimisi için çok şey ifade ediyordu. Kim bilir belki sevgililer kavuştu ya da ayrıldı o sokakta. Belki bir anne çocuğuna attığı tokadın pişmanlığını yaşadı yürürken sokak boyu. Belki bir çok şey yaşandı o sokakta; bilemezdik bilemedik de. Sokaktı işte soramadık da. Kaldı öyle...
Sonraları çok şey değişmişti o sokakta. Binalar yapılmıştı hayatlar yıkılmıştı, bilmediğimiz tanımadığımız tanıma ihtimalimizin dahi olmadığı insanlar ölmüştü o sokakta. Acılar yaşanmıştı belki, belki büyük mutluluklar. Belki çocuklar doğmuştu; evlere şenlik getirmişlerdi. Köşedeki bakkal kapanmıştı yerine "çağın gereklerine uygun" bir market açılmıştı. Belediye seçim döneminde değiştirmişti kaldırım taşlarını, tabelaları.
Yıllar  geçiyordu ama ben o sokağın yanından hiç geçemiyordum, geçsem de dönüp bakamıyordum.
Geçenlerde bir an boş bulundum işte, dönüp baktım geçerken.
Çok şey değişmişti.
Ama
Kalmıştı yine de ayak izleri
Çok şey değişmişti.
Ama
Değişmemişti benim o sokağa bakışım.
Çok şey değişmişti.
Ama
Değişmeyen tek bir şey vardı
Yumdum gözlerimi hapsettim 
Değişmemişti, değişmesin diye; 
Yumdum gözlerimi hapsettim...
                                                                                                 İsa Güneruz



4 Ağustos 2013 Pazar

Şeyh Edebali'nin Osman Gazi'ye Nasihatı

İnsanlar vardır şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler.
Avun oğlum avun. Güçlüsün, Kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın ama bunları nerede nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgârlarında savrulur gidersin.

Öfken ve nefsin bir olup aklını yener. 

Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın. 

Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir.
Bütün fethedilmemiş gizemler, bilinmeyenler, görünmeyenler ancak senin fazilet ve erdemlerinle gün ışığına çıkacaktır.

Ananı, atanı say. Bereket büyüklerle beraberdir.

Bu dünyada inancını kaybedersen yeşilken çorak olur çöllere dönersin.

Açık sözlü ol, her sözü üstüne alma.

Gördün söyleme, bildin bilme,

Sevildiğin yere sık gidip gelme; kalkar muhabbetin itibarın olmaz.

Üç kişiye acı:
1-Cahiller arasındaki âlime
2-Zenginken fakir düşene
3-Hatırlı iken itibarını kaybedene.

Unutma ki yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyetli değildir.

Haklı olduğunda mücadeleden korkma.
Bilesin ki; atın iyisine Doru, yiğidin iyisine Deli derler. 

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Artık devir değişti, e tabi Explorer da değişti!

Değişim hayatın her alanında kaçınılmaz bir şekilde yaşanıyor. Konu teknoloji olunca değişimin hızına ayak uydurmak daha zorlaşıyor. Bir zamanların efsane tarayıcısı olan Internet Explorer da, çağa ayak uyduramadığı gerekçesiyle kullanıcılar tarafından bırakılmıştı. Ancak son zamanlarda Internet Explorer çıkardığı yepyeni versiyonuyla tamamen değiştiğini söylüyor.


''www.explorerdegisincebenben.com'' adında bir blog açan Internet Explorer, geçmişte eleştiri yağmuruna tutulduğu eski versiyonlarıyla bizzat kendisi dalga geçiyor. Yeni IE10’un eskisiyle alakası olmadığının altını çiziyor.

Bu değişim, blog’da pek çok görsel ve video ile anlatılıyor. Özellikle, 90’ların ünlü yıldızları ile Vine’ı buluşturan videolar bir başka dikkat çekiyor. Bu videolarda yıldızlar eski şarkılarından birer bölüm söylüyor, ardından da ‘’#explorerdegisincebenben’’ hashtag’ini gösteriyorlar. Videoları izlerken insanlar, özellikle 90’larda çocuk olanlar zamanın çok hızlı geçtiğini anlıyor. İzleyenler, kendi değişimlerini  #explorerdegisincebenben etiketiyle Twitter’da paylaşmaya başlamışlar bile.

www.explorerdegisinceben.com



Bir bumads advertorial içeriğidir.

12 Mayıs 2013 Pazar

BİR TEĞMENİN AŞK HİKAYESİ 9 - (31 Temmuz 1950)



Nahide’den mektup aldım. Tabii terane ve seyrini takip eden satırlardan sonra hayatında büyük uçurumlar yaratan çok acı bir hakikatle karşılaştım. O çocukken meçhulüm olan sebeplerle anne ve babasını kaybetmiş. Beni ilk gördüğü günden beri her şeyi ile bana taparcasına bağlanmış beni de kendisine sevdirmiş bulunuyor. Beynimden vurulmuşa döndüm. İmtihana girdim. Ve ne soruldu ne cevap verdim bilmiyorum. Büyük ve içinden çıkılmaz bir sürpriz ile başbaşaydım. Ne düşünebiliyor ne karar verebiliyordum. Bana açtığın aile sırrını ancak ve yalnız Rıdvan’a açmak mecburiyetinde idim. Zira bu hadisenin halli üzerine onun da fikrini istiyordu. Başkasına hiçbir suretle açmayacağıma yemin ediyorum. Ancak onunla evlenmek icap ettiği zaman gerçeği resmen ispat etmek elbette ki lüzumlu olacaktır. Onu kurtarmayı düşünüyorum. Fakat ne olurdu benim de şu anda kimsem olmasaydı. Niçin aldın? Niçin yaptın? Bunu mu aldın soruları ile karşılaşmasaydım. Tamamen yalnız ve müstakil olsaydım. Hiç kimseyi tanıyıp bilmeseydim. Bütün varımı ve istikbalimi uğruna feda etmekten çekinmeyecektim. Evlenmek, hayatın ta kendisi olan evlenmek denilen nesneyi bugüne kadar düşünmemiştim. Nahide’yi almaya kalkışırsam birçok düşünce ve ideallerimi baltalamış olacağım. Gençliğim, hayatım birçok şartlara bağlanacaktır.

Bunlar bir tarafa bıraksak bile annesi ve babası niçin nerede nasıl ölmüşler? Kimdirler? Neci idiler? Öldükleri vakit neleri vardı? Hangi şartlar altında yaşıyorlardı? Başka çocukları var mıydı, malları ne oldu? Nahide kimin üzerine ne suretle kayıtlıdır? Babası memur idi ise makamı, subay idi ise rütbesi neydi? …
Bunları bilmek verilecek karara esas teşkil edecektir. Onun bana sadık kalacağına bana intibak edeceğine her şeyime katlanacağına zevkinden fedakârlık yaparak çalışıp ilerlememe yardım edeceğine vazifelerimde güçlük çıkarmayacağına emin olarak bütün maddi ve manevi menfaatlerimden vazgeçmeyi göze alabilirim. Eğer muğlâk ve muammalı vaziyetini daha önce bilseydim ahdım olsun ki ona daha başka türlü muamele edecek ve belki ilk tanışmadan sonra bir daha ona gitmeyecektim. Heyhat ki olan olmuş ve bu seviyeye gelmiştir. Çıkacak yol, ya muazzam fedakârlık isteyen evlenme vaadi için evet! … veya vicdan azabı celbeden menfi cevap olarak hayır! ... demek olacaktır. Bugün için her ikisi de korkunç ve müthiş.

2 Ağustos 1950 tarihli mektup ile devam edecek…

22 Nisan 2013 Pazartesi

Her Zaman Okuduğunuz Hürriyet'i Şimdi İzleyin

Hürriyet TV şimdi yayında.

Hürriyet TV’yi ziyaret edenler, aradıkları her şeyi artık tek tıkla seyredebilecekler. Hürriyet TV, zengin haber içeriğinin yanı sıra konusunda uzman isimlerle gerçekleştirdiği programlarla da dopdolu.

Hürriyet TV’de Berza Şimşek’ten günün mutlaka görülmesi gereken haberlerini izleyip usta gazeteci Sedat Ergin’den haftanın yorumunu alabilirsiniz. Üstelik gündemin özetini, Metehan Demir, 3 dakikada sizin için yorumluyor.

Burcunuzdaki yeni gelişmeleri merak ettiğinizde ise Susan Miller ile yıldızlara bakabilir, Sebla Kutsal ile dilediğiniz zaman, kültür ve sanat dünyasında keyifli bir yolculuğa çıkabilirsiniz.

Uğur Cebeci ise sivil havacılığın geldiği son noktayı size Kokpit’ten anlatıyor.

Magazinden spora, eğlenceden ekonomiye hepsi ve daha fazlası, sürekli güncellenen Hürriyet TV’de sizi bekliyor.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

22 Şubat 2013 Cuma

İKİ SATIRLA

Gönül kırmak olmadı hiçbir zaman gayemiz,

Yegâne arzumuz; yüreklerde yükselsin payemiz.
                                                                               İsa GÜNERUZ

18 Şubat 2013 Pazartesi

YABANCI


Uzun zaman oldu tek satır yazmayalı, bir şeyleri anlatmaya çalışmayalı. Sıkılmışım sanırım süslü cümleler kurmaktan daha doğrusu kurmaya çalışmaktan. Anlattığım özünde hep insanlar ya, sıkılmışım süslü insanlardan. Anladım ki boşa konuşur boşa yazarmışım bunca zamandır.
Ne oldu da bugün birkaç satır, birkaç paragraf daha eklemeye yeltendin zamanın içine derseniz şöyle anlatayım:
Hep derim ki ben yalandan, hileden, riyadan uzakta bir yabancıya anlatmalıyım kendimi, hayatı, var olan ne varsa hepsini. Benim için bir şey yapsın diye değil, öylece dinlesin sonra kalkalım ikimiz de tek kelime söylemeden ters yönlere gidelim. Bir daha görmeyelim birbirimizi. İnsan tanımadığı insana üzülecek kadar eşref-i mahlûkat olmaktan da çıkalı çok oldu ya, üzülmesin bana ya da bir başkasına. Ben bu yabancıyı hep andım hep gelsin hep karşılaşalım istedim, bekledim ama gelmedi...
Şimdi size bir sır vereyim mi? Umudu kestim demeyi hiç sevmem ama tam umudu kesmişken birden, hiç beklenmedik bir anda çıka geldi o yabancı. Hikâye bu ya tam ben anlatmaya başlayacakken yabancı benden daha hızlı davrandı. Ben ona anlatıp ters yöne koşar adım gitmeye niyetlenmişken o anlatmaya başladı. Birden silindi sanki hafızam gitmek istediğim ters yön yok oldu sanki; tek bir yön vardı ve sadece ikimiz vardık...
Anlattı yabancı; gitmekten gitmelerden bahsetti. Hani vardır ya (olmasa ne iyi olur) insafsızca, sebepsiz, yok yere gitmeler, benim dilimin ucundaydı o anlattı. Sonra dedi ki güvenemem ben artık kimseye yapma diyemedim çünkü ben de güvenemiyorum ki kimseye, sahi o demese ben diyecektim ben kimseye güvenemem ki diye. Canım çok yandı benim dedi yabancı; canında yangın dinmeyen birine. Bir sürü şey anlattı, bu neden böyle oldu şunu neden yaptı...bir sürü şey işte. Anlam veremiyordu yabancı, tüm bu olanlara. Bense şaşkındım, hiç tanımadığım bir insanı dinliyor, hak veriyor, davranışlarına, gözlerine hayranlıkla şaşkın şaşkın bakıyordum ve çok daha ilginç olanı o anlattıkça içimde hiç tanımadığım görmediğim birine karşı dağ be dağ kızgınlık büyütüyordum.
Ses tonu daha önce duyduğum herhangi bir tonda değildi. Gözleri bahara ulaşmanın mutluluğunda yemyeşil uçsuz bucaksız bir tarla gibiydi; insanın ben burada ömrümü geçiririm dediği cinsten. Sade bir gülüşü vardı abartısız kahkahasız. Samimiydi. Birileri çok uğraşmış belli ki samimiyetini güvenini sevgisini zedelemeye ama o sarılmış kendine, ayakta ve sağlam duruyordu.
Hoş geldin yabancı, biliyorum belki bana değil bu gelişin ama zamanın içinde var olduğunu gösterdin. Hoş geldin zamanımın içine. Ben birine anlatmayı hayal ederken dinlemekmiş dermanım; öğrendim sayende.
Hoş geldin dermanım…
Hoş geldin gizli yanım…
Yangınım, yananım hoş geldin…
                                                                                                          İsa GÜNERUZ