29 Temmuz 2014 Salı

DEVA

Hep edecek bir kelam olmadığında sarıldım kaleme. O da neden diye sormadı ne zaman elime alsam yazdı bir şeyler.
Kimseye anlatamadığım ve dahi kendime anlatamadığım şeylerle mücadelem. Bir büyük boşluk ki, sığmaz hiçbir boyutta hiçbir kâğıda.  Gökyüzüne yazdım bu yüzden, hayalimdeki denizlere yazdım; henüz hiç yelken açılmamış denizlere, kimsenin bilmediği asla bilemeyeceği denizlere.
Kimin derdi kime büyük ki? Büyük olduğunu görsen bile ne kadar hissedebilirsin ki? Her dert kiracısı olduğu yüreğe devasa. Boğuştum durdum devasa dertlere deva bulmak için… Buldun mu diye sormayın bulunmaz o. İkiyüzlüdür deva ya da ne bileyim kötü, hayali bir kahraman gibi, tam buldum derken değişiverir kılığı kıyafeti. Sonra anladım ki tek deva vardı lakin herkeste her şeyde farklı vücut buluyordu. Göz gibi kulak gibi herkeste ama hep farklı. Onu bulmaya çalışırken kendimi kaybettim. Hayatımda yaptığım en iyi işti bu. Zaten çok yetenek de gerektirmiyordu…
 Kimsenin görmediği gözyaşlarım var benim; devaya akıttığım. Beyaz saç tellerim var; hüzne ayna. Bedenime ağır gelen bir beynim ve bir kalbim var benim; bir boşlukta milyonlar barındıran. Çıldırtan sesler çıkaran düşüncelerim var benim; susturamadığım. Kelimelerim var; yazmaya korktuğum. Deva yüzünden hepsi ve daha nicesi; arayıp bulup kaybettiğim deva yüzünden. Herkes derdine deva ararken deva mahvetti beni. Deva.
Gitmek istedim ben ama bırakamadım birilerini. Onlar beni tutuyor muydu bilmiyorum ama ben bırakamadım onları. Gitmek derken başka bir şehir, başka bir ülke, başka bir şey gelmesin aklınıza, ölüm gelmesin aklınıza. Hiçbir yer yok ki bir adım önündeyken aradığım deva da benimle gelmesin. Ben deva’yı arıyordum o hep bir adım arkamdaydı dönüp tutamıyordum. Oturup ağlıyordum kimse görmüyordu, kimse duymuyordu ama ben görmeyenleri duymayanları bırakamıyordum. Kısır bir döngüydü sanki ben deva’yı arıyordum o arkamdan geliyordu. Ne ben hızlanabiliyordum onu yakalamak için ne de o yavaşlıyordu ona ulaşabilmem için. Belki de yakaladığımda kılığının değişeceğini bildiğim içindi ulaşamamam, bilmiyorum.
Uzaktayım sanki. Elimin fikrimin gözlerimin yetişemeyeceği kadar uzaktayım. Dur gitme dediğimde önüne geçip durduramayacak kadar uzaktayım. Gitme dediğim halde gittiğinde üzülmekten kalbime bir çukur açılacak kadar uzaktayım. Kalbime uzağım sanki açılan çukuru dolduramayacak kadar uzakta. Uzağım sanki kendime. Sanki deva içimin en uzak yerinde. Beynimde tüm bu düşünceler dolaşıp dururken birden içimi bir umut kaplıyor belki diyorum belki sensin deva. Sonra yine o büyük boşluk kâğıtlara sığmayan o büyük boşluk kaplıyor her yanı. Gözlerim kan çanağı donakalıyorum. Ben yokum ortada deva yok. Bir ceset var ortada kimse tanımıyor. Bakakalıyorum. Kelimeler tükenmiş. Kapı ardına kadar açık ne giren var ne çıkan. Deva kılık değiştirmiş ben değilmişim deva, kimse değilmiş.
Gel diyorum devaya; zulüm altındayken yardım bekleyen gibi, gel diyorum savaş çocuklarının barışa seslendiği gibi, gel diyorum umutlu yarına ama hiçbiri olmuyor işte. Kapı açık ardına kadar gel diyorum; ne giren var ne çıkan. Kalbim parçalanıyor göğsümün içinde, kanlar akıyor ağzımdan. Yere düşen bir adam görüyorum oturduğum yerde, ağzı yüzü kan içinde. Söküp atıyor kalbini yürüyüp gidiyor. Dur diyemiyorum, gel diyemiyorum, neden diyemiyorum. Soramıyorum ona, deva nerede diyemiyorum. Korkuyorum ya biliyorsa devanın nerede olduğunu diye. Ben bunları düşünürken o çoktan kaybolmuş oluyor gözden, dün gibi. İşte her arkama dönüp uzanmaya çalıştığımda devaya bunu yaşıyorum. Belki de bunu yaşamaktan korkup dönüp uzanamıyorum. Koşup bir kâğıt kalem alıyorum elime yazamıyorum. Sonra kaybolmuşluğum geliyor aklıma, kaybolmuşluğum… Yaptığım en iyi iş hani, deva’yı ararken kendimi kaybetmişliğim…
Ellerim çok küçük benim uzanıp tutamıyorum geleceğimi uzanıp tutamıyorum deva’yı. Ah deva ne olurdu herkese sevdikleri şekle bürünüp gittiğin gibi gelseydin bana da. Gelseydin çekip alsaydın taşın altından yüreğimi. Arkamda değil yanımda olsaydın kanatmasaydın beni bu kadar olmaz mıydı? Neden deva neden bu beynime yüklediğin yük? Gülüşlerim deva gülüşlerim kendime bile sahte…
                                                                                    İsa GÜNERUZ


14 Mayıs 2014 Çarşamba

SOMA'YA AĞIT

Beyhude söylenen tüm sözler, yarıya indirilen bayraklar, dökülen gözyaşları... 
Ah be kardeşim yetmez o başındaki ışık insanları aydınlatmaya. 
Sen evine üç kuruş götürmek için yerin bilmem kaç metre altında her gün canınla kumar oynarken yerin üstündekiler ceplerindeki paradan, üstlerindeki ceketten, bindikleri arabalardan, oturdukları evlerden utanıp da geçmezler ki yerin dibine...
Sen çizmelerimi çıkarayım kirlenmesin sedye derken onlar kirli yüreklerini öyle derine saklamışlar ki çıkaramazlar.
Sen kazanayım da üç kuruş çoluk çocuk hanım ele güne muhtaç olmasın eksikleri olmasın derken onlar üç kuruş fazla kazanmak için satarlar senin hayatını. Senin dediğime bakma, benim hayatımı da ötekinin hayatını da satarlar; kendilerine bir şey olmasın yeter.
Bu coğrafyada en ucuz olan şey ne bilir misin ağabey senin benim hayatımdan başkası değil. Yaşamak çok pahalı burada öyle kazandığın parayla çoluk çocuk bakmak ev geçindirmek kolay değil. Ama hayatın ucuz işte çeker gidersin bakmazlar bile ardından.
Öyle ya bu coğrafyanın insanları yaşamak için çalışır, çalışırken ölür! Heyhat bu ne acı çelişkidir! 
Şimdi sen öldün ya sanma ki ben yaşıyorum sanma ki benim gibi düşünenler yaşıyor, öldük ağabey öldük bekle geliyoruz. Ne der şair bilir misin;
Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi;
Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi...
Siz öldünüz ya hani ağabey biz dünyada ölmeden evvel öldük. Ölümden de feci; öldük.
Tedbir almak bedel ödemekten daha mı pahalı?
Hangi mülk daha değerli babasız kalan bir çocuğun gözyaşından?
Ne kadar da kolay değil mi şu kadar insan öldü demek.
Ya onların çocukları anaları babaları eşleri gidene mi yansınlar kalana mı?
Ne anlamı var ki söylenen sözlerin?
Tarih 13 Mayıs 2014 Salı.
Yazılsın tarihin sayfalarına büyük puntolarla en kara harflerle;
Yandı yüreğimiz Soma'da
Bir büyük yangınla...
                                                                                         İsa GÜNERUZ