30 Temmuz 2012 Pazartesi

BİR TEĞMENİN AŞK HİKAYESİ 5 - (26 Temmuz 1950)


Son ayrılışın acı ve tatlı intibalarından kendimi bir türlü kurtaramıyordum. Ona gitmek, onu bir daha görmek, bir daha öpmek bilvesile tedricen unutmaya ve unutturmaya alışmak istiyorum. Kalbim onunla birlikte kalmış gibiydim. Ne yazık ki onun delice iştiyaklarla beklediği devamlı vuslatın müjdesini götüremiyordum. Sözüm ona beni her şeyimle beğendiğini söyleyen ve bekli de seven Habibe’ye telefon etmeye çalışmış muvaffak olamamıştım. Eğer Nahide olmasaydı Habibe beni sevebilecek miydi bilmiyorum. Mutlak bir şey varsa ben onu ihtimal ki sevebilir fakat evlenmezdim. İster o beni beğenmiş ve isterse aşık olmuş olsun ona daima bir abla nazarı ile bakmaya alıştım artık. Onu sevmek veya sevmemek düşünmeye bile değmez. Bununla beraber o kendi kalbinin ilahesidir. Kendisinin hissettiğini yine kendisi bilsin. Şayet Nahide olmasaydı ve Habibe de daha genç ve güzel olsaydı ve münasebetlerimizde yine böyle başlayıp böyle devam etseydi onu sevebilir ve hatta memnuniyetle evlenebilirdim. Şu var ki o da o zaman beni beğenir hakkımda iyi düşünür benimle evlenir miydi bilmem.
Habibe beni hangi gözlerle görürse görsün isterse bana hoş geldin demeyişi bir kıskançlık eseri olsun. İsterse Nahide ile sevgimizi çekemesin. Her şeye rağmen yine Nahide’ye gitmek istiyordum. Bu özleyiş ve istek güvendiğim irademin zafiyetinden değil, onu maksatsız sevdiğimden ileri geliyordu. Kırılan ümitlerin verdiği azabı paylaşmak böylece yokluğumu karmaşık zihin yolları ile ona hissettirmek yegâne hedefimdi. Nihayet gitmeye karar verdim.
Evlerine vardığımda Cavide Akman hemen çıkmış gidiyordu. Suzan da Nahide ile oturuyordu. Yüzündeki gamzeli mana beni gördüğüne hayretlerle sevindiğini gösteriyordu. Her ikisinde de sabahın perişanlığı vardı. Suzan gitti: yalnızdık beyhude saatler geçti… Yumuşak yatağında sadece kalplerimiz birleşerek yatmış, mevzun bacaklarını açmış her yerinden kanarcasına öpüyordum. Ne garip tesadüftür ki Uğur gelmiş belki mukadderatımızı değiştirecek o mesut lahza da garı saadetle ve heyecanla bitmişti. Biraz sonra o, pazara gitti. Fakat ben hala ayrılamıyordum. ‘’Rafael’’ romanının başlangıç sahifesine ‘’benden Nahide’ye sönmeyen sevgilerle’’ ibaresini yazıp kendisine bıraktım. Tatmin olunmayan arzularla radyoyu açıp Nahide’nin hülyalarına dalmak amacı ile karyolasına uzandım. Onu niye bekliyordum bilmiyorum. Bana ne yapmıştı ki şiddetle bağlanmıştım. Tatlı hayallerle uyumuştum. Cavide ile Suzan gelip görmüş yolda karşılaşınca Nahide’ye müjdelemişlerdi. Nahide hiç ummadığı bu durum karşısında beni uyandırırken kadınlığın bütün işve ve tebessümü ile üstüme eğilmiş gülüyordu. Çok neşeli ve mesuttu.
Onun kucak dolu sevgileri arasında kalkıp saçlarını taradım. ‘’uzak bir gelecekte de olsa bana döner misin?’’ dedi. ‘’ümit etmemen senin için iyi olacak zira ümitlerin ümitsizlikle neticelenebilir.’’ demiştim. Neşesi gitmiş, yüzünü, saçlarını yeniden teessür ve göz yaşları kaplamıştı. Holde yemek yedik Uğur’u gönderecek yalnız kalacaktık. Gerçi yalnız kalış gayesizdi. Fakat mel’un şeytan talihsizliği davet etmiş beklenmedik yer ve zamanda annesi çıkıp gelmişti. Daha önce annesi ile vedalaştığımız için çok ayıp oldu. Laf olsun diye biraz konuştuk. Artık her şey bitmiş demekti. İkinci fırsat da böylece elden çıkmış Allah’a ısmarladık demeye mecbur bırakılmıştık.
………………………….
28 Temmuz 1950 tarihli mektup ile devam edecek

26 Temmuz 2012 Perşembe

BİR TEĞMENİN AŞK HİKAYESİ 4 - (25 Temmuz 1950)


Nahide, bak kitabımı kapamak zorundayım. Ders çalışırken hep seni düşünüyorum. Hem de niçin biliyor musun? Garip ve tuhaftır. Belki istesem ebedi ayrılık yerine ebedi birleşme ve uzlaşma olur. Ama niçin olamıyor söyleyemeyeceğim kalbim titriyor. Vahşetin bu derecesini tasavvur edemiyorum. Ağaçların gölgesinde muhabbetin nefis nağmeleri ile konuşurken ‘’ güzel değilim onun için beni sevemedin ve almak istemiyorsun’’ demiştin. Şimdi her şey tam manası ile bitmiştir. Ne sen benden maddi ve manevi bir menfaat bekliyorsun ne ben aynı şeyleri gözetliyorum. Seni seviyordum zaten bu satırları yazmam seni sevdiğime şahadettir. Amma ve lakin bütün iyi meziyetlerine güzellik de katılmış olsaydı şimdi aramızda kilometreler değil yorganın katları bile bulunamayacaktı. İşte tek noksanın istediğim miktar ve şekilde güzel olmayışındır. Sana bunu yazmak, bu deftere hatıra olarak kaydetmek istemezdim. Fakat vicdanımdan hiçbir şey gizleyemem.
Nahide, gerek Karakoçan’da gerek Palu’da gerek Elazığ’da ömrümce yaşayabilecek hatıraları geride bırakırken birçok şahısların sevgi, kin ve nefretini kazandım. Sevdim fakat evlenemedim. Hemen ekserisi senin gibi dediler ‘’beğenmiyorsun daha iyisini al da görürüz, inşallah pişman olursun bedbaht olursun’’ dediler. Bu telkinlerin tesiri ile yanlış da olsa alacağım bir kız kusursuz denecek kadar güzel olmalı diye düşünürüm. Daha önce de yazmıştım. Aradığımı bulamayacağıma eminim. Misal ve tecrübelerle sabittir ki hiç kimse ideal şartlar altında tasavvur ettiğini bulamamıştır. Her şeyin güzeline iyisine herkes meftundur. Ben şahsen kendim bu keyfiyette olmamakla beraber güzel kadınlara olduğu kadar güzel erkeklere de gıpta ederim. Olduğundan daha iyi olmayı elbetteki herkes ister. Fakat bulunulduğu duruma şükredebilmek de ayrı bir güzelliktir. Çünkü bu saadeti, saadette sıhhat ve güzelliği doğurur. Bilmem her ikimiz de bedbaht mıyız?
Seni genç ve gönlün kadar güzel biri ile evlenip mesut olduğunu kol kola gezerken dans salonlarında neşe ve çılgınca eğlenirken görmek isterim. Böylece -varsa- saadetimi sevdiğim insanların saadeti ile kuvvetlendirmek isterim. Belki inanmazsın fakat mukaddesatımla temin edeyim ki ben her zaman böyle düşünen bir insanım. Zan etme ki seni zevkimin aleti olarak kullandım. Zan etme ki ayrılıyoruz diye senin fenalığını isteyecek kadar küçüldüm. Şu an vedalaşmış bulunuyoruz fakat gönlüm ve vicdanım buna razı olamıyor. Ailen ve akrabaların evleneceğimizi haklı olarak ümit etmiş olabilirler. Enişten ve ablana hatta sana ret cevabı verdim. Vermiş olabilirim. Göreceksin ki hadiseler daha başka vadilerden gelişebilecektir. Şu yazdıklarımı okumuş olsaydın yeniden ümit besleyebilirdin. Ama bu keşmekeşin önüne geçmek için sana her zaman ciddi ve kesin ve kararlı tavır takınmak zaruretindeyim. Bir kız olman hasebi ile kudsiyetin kız kardeşiminki gibi kıymetlidir. Seni öptüğüme bile pişmanım ne çare ki ortada cinsi arzular var.
………………………
26 Temmuz 1950 tarihli mektup ile devam edecek

24 Temmuz 2012 Salı

BİR TEĞMENİN AŞK HİKAYESİ 3 - (23 Temmuz 1950)


Heyecanla beklediğim dakikalar yaklaştıkça kendimi hür ve mesut addediyordum. Nihayet randevu saat ve yerinde buluşmuş Çankaya derelerine kol kola sahih ve emin adımlarla şakalaşarak ilerlemiştik. Onun hülyası ile geçirdiğim dakikalar gelip çatmıştı. Onu çok şuh ve güzel görmüştüm. Sevinçli ve müşfikti. Ağaçların gölgesinde mendilleri sermiş oturmuştuk. Bir aralık yanıma yakınıma oturarak kucağıma atılmış hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. Ellerimin üzerine damlayan gözyaşları kalbimden kanayan bir damla gibi yüreğimi sızlatıyordu. Tabi ki ben ona iştirak ederek ağlayamazdım. Ah keşke ağlayabilsem de onun matemi ile ferahlanabilseydim. Tanrım, beni affet. Zira onun gözyaşlarına yegâne sebep ben oluyorum. Onun bütün mevcudiyeti ile ruhu ve benliği ile beni sevdiğini ve bağlandığını biliyorum. O, nasıl ki benim günlük hayatıma girmiş her saniye nasıl ki hülyalarımın kahramanıdır, ben de onun her neşe ve kederinde olduğumu biliyorum…  Onunla ne tatlı ve sıcak öpüşmüş, alevden saçlarını okşamış ne muhabbet dolu gözler ve özleyişlerle haspihal etmiştik. Öyle güzel öyle şiir ve müzik gibi konuşmuştu ki onun her kelimesini yine onun yanında kendi kendime tekrarlamak ihtiyacını duyuyordum.
Artık benden ümidini kesmiş kanatsız kuşlar gibi arzu ve merhametime sığınmak istiyordu. Hasta imiş. İstirahat almış, Cavide Akman’la yalnızmış. Hep beni anlatır benim hasretimle avunuyormuş. Benimle evlenmezse verem olacakmış. Benim kendisini hasta ve halsiz yatağında ziyaret etmemi istiyormuş. Bu ne cinnet Allahım. Ne hataların mesnedi oluyorum. Of! Yeter artık onun acısı benim de acım oluyor. Niçin onu sevdim? Beni niçin ona sevdirdin?
Nihayet o son ve mahut dakika geldi. İşte son olarak elini bana uzatıyor. Son olarak gözleri sevgi fışkırarak gözlerime bakıyor. Son olarak dudakları güle güle diyor. Son olarak adımlarımızın sesleri ayrılık feryadı haykırıyor.  Son olarak sıcaklığında ısınıyorum. Son olarak şirin sesini duyuyorum. Son olarak ‘’Derviş’’ kelimesini ağzından bir daha işitiyorum. Son olarak meçhul olan ‘’hepsine selam söyle’’ nida ve nağmelerinin iniltisini tekrarlayarak gözümden kayboluyor.
Durdum. Onun gidişini seyrettim. Git ey sevgilim ey gençliğimin armağanı, ebediyen gözlerimden kayıp fakat kalbimde mevcut olarak yaşayacaksın. Hiçbir defa samimi olmadan ‘’seni seviyorum’’ cümlesini sarf etmedim ve sevgi zaafından istifadeye kalkışmadım. Onu sana karşı bir silah ve koz diye kullanmadım. Benim hakkımda ne kadar kötü düşünürseniz düşünün ben hep iyimser kalacağım. Çünkü sen benim için çok şeydin. Çünkü seni aldatmak mahzun etmek istememiştim. Ne yazık ki şimdi senin için de benimki gibi kan ağlıyor.
Heyhat! Dediğim gibi şu hayat, şu alçak ve zelil hayat ne sürprizler yaratıyor. Git ey gönlümün kraliçesi git. Şu an teessüm, hicran, keder, şefkat ve bedbahtlığın esiri kölesi olarak göğsüm tıkanıyor gözlerim doluyor. Arkadaşlarımdan utanmasam hıçkırarak masaya bu satırların üstüne kapanacak yazıları gözyaşlarımla ıslatacağım. Ama kimse farkında değil. Herkes kendi işi ile meşgul. Kıvrandığım gönül ızdırabını ve ağırlığın intibalarını ancak ben taşıyorum. Ah! Gökler, dağlar, ufuklar çok darsınız sıkılıyorum kalbim göğsüme sığmıyor. Kâinat üzerime çökmüş omuzlarım kırılıyor. Bu ağırlığı eğleyemiyorum.
Nahide, üzülürsün diye gideceğim günü sana yazmamış ve söylemek istememiş seni oldubitti karşısında bırakmayı faydalı bulmuştum. Hâlbuki uzun müddetli istirahatın dolayısıyla benden önce İstanbul’a gideceğine göre seni yolcu etmeyi şiddetle arzu ediyorum. Çünkü sensiz emin ol Ankara bana zindandır. Beni ona rapteden senden başka hiçbir gönül bağım, göz aşinam yoktur. Tailden sonra bir hafta kalmayı düşünmüştüm. Fakat madem sen burada bulunmayacaksın zincirlerle bağlasalar duramam. Belki sen bunun bir hile ve riya olduğunu kabul edersin hâlbuki böyle bir mecburiyetim yoktur. Zaten bu satırlar sana değil yalnız bu deftere yazılıyor. İhtimal ki okumak nasip olmayacaktır. Seninle İstanbul’a gelmeyi de düşünüyorum. Fakat zararı yine sana olacağı için bu zevkten feragat ediyorum. Zira mademki evlenemeyeceğiz bari daha fazla dedikoduya mahal vermeyelim. İstasyonda seni gözlerimle yolcu etmek kalbimden bir parça daha vermek isterim. Gideceğin gün ve saati bana kesin olarak bildirirsen hüzünlü olsa da gelecek, yoluna meftun iştiyaklarla bakacağım.
……………
25 Temmuz 1950 tarihli mektup ile devam edecek

21 Temmuz 2012 Cumartesi

BİR TEĞMENİN AŞK HİKAYESİ 2 - (21 Temmuz 1950)

            21 Temmuz 1950 - Ankara
Tebrikinizi 20. Perşembe günü alınca kendimden utandım. Çünkü 29 Haziran 1950 tarihli mektubuma cevap vermemiştiniz. Tebrik de yazmayacağını ve yazmamı da istemeyeceğini hesap ederek sana tebrik yazma zevkinden kendimi mahrum etmiştim. Ne yazık ki uzun fakat çabuk geçen fasılalar içinde birbirimizi tanıyamamışız.
Hem bayramınızı kutlamak hem de helâllik istemek üzere ziyaretinize gelmiş resmiyetle karşılanmıştım. Ne olursa olsun bence senin şahsın mevzu bahistir. Bu da böylece bitti deyip geçmeyecek, muazzez hatıralarını ebediyen kalbimde yaşatacak hayatta seni tekrar mesut olarak görmek isteyeceğim. Belki bunların sence kıymeti olmayacak fakat bir de benden sor.
Kuzum bana mektup yazmak için bilmem ki neden iradenle mücadele ediyorsun. Düşünmüyor musun ki hakiki sevgi başladıktan sonra ömrü içinde yer aldığı kalbimin yaşayacağı zamana kadardır. Evet, ayrılıklar olur, idealler gerçekleşmeyebilir, ümitler kül olup savrulabilir. Aşk nefrete intikal edebilir ama unutmamalı ki nefret aşkın ta kendisidir.
‘’ilk his ve mektup arkadaşlığımız’’ aşktan kuvvet alarak baki kalacak ‘’ hiçbir zaman saf ve temiz hatıralar…’’ ortadan kalkmayacaktır. İtiraf edeyim ki sana ilk cesareti gösterdiğimden çok daha fazla maalesef bugün seni seviyorum. Maalesef diyorum çünkü hem kendimi hem de seni mahzun etmiş bulunuyorum.
Bir genç kız ve erkek, arkadaş oldukları derecede sevgilidirler de. Başlangıçta arzu etmemiştim. Ancak bazı iyi hallerim mevcut idiyse bu, etrafa seni sevdiğimi göstermek ve öyle görünmek istediğimden değil, ne isem o olduğumdan dolayıdır. Hele ablan olacak Habibe’nin üzerinde müspet tesir uyandıramadığımın bilakis nefret yarattığımın pekala farkındayım. Çeşitli vesilelerle bunu ispat etmiş durumdadır.
Evinde hiçbir müşkülata uğramayacağını, hareketlerime kurban olacak fena bir vaziyetin mevcut olmadığını, bunu başından beri hesap ettiğini ve etmeniz lazım geldiğini söylememe hacet var mı? Esasen herkese veya hiçbir kimseye verecek hesabın olmadı da malumdur.
Nahideciğim bütün bunlar bir tarafa fakat benim için üzüldüğünü hasta olup kilo kaybettiğini taktir ediyor ve emin ol ki seninle beraber aynı acıyı duyuyorum. Ne çare ki mukadderata boyun eğmek zorundayız.
Allahın bence meçhul olan sevdiğin iki varlığı tanımadan alması ile hayatta seni güldürmediğini mektubundan yeisle okudum. Eğer bunun samimi olarak Allah’tan geldiğine inanıyorsan fikir yürütmek ne haddimize? Yalnız beri tarafta beni sevdiğinin bütün kabahat ve mesuliyetini bana atfedip aşkın inkisarı ile darbe yediğini ısrarla söylersen diyeceğim kalmaz. Bence münasebetlerimiz aşırı olup terk edilseydin darbe yapılmış sayılabilirdi.
Senin hayatının hakiki sırlarını da muammalı cümlelerinden hala öğrenmiş durumda değilim. Niçin teselli aradığını da tabiatı ile bilmiyorum. Açıklamaktan daima imtina edilen bu meçhulat uğruna bana bağlandığına da müteessir oldum. Demek ki son mektubunla beni son defa görmek istiyorsun. Bu fırsatı sana evvelce vermiş fakat boşuna beklemiş kendi kendimi aldatmıştım. Sen ise enişteni yolcu etmek babanı karşılamak ile meşguldün. Buna mukabil seni aldatmayacak ve nasip olursa mutlaka dediğin saat ve yere geleceğim. Ah!… son mektup son buluşma peki sevgilim senin gibi olsun. Her şey senin emrinle sona ersin.
…………………
23 Temmuz 1950 tarihli mektup ile devam edecek


19 Temmuz 2012 Perşembe

BİR TEĞMENİN AŞK HİKAYESİ 1 - (17 Temmuz 1950)

ÖNSÖZ
Gerçek olan bu vak'anın cereyanı, başından itibaren mektuplarla sabit ve mahfuzdur. En son olaylar tarih sırası ile mektup halinde birbirine bağlı olarak buraya kaydedilmiştir.
Yazıldığı yerleri muayyen olan bu naçiz defter son günlerin silinmez hatırası olarak ismi geçen sevgiliye ithaf edilmiştir. Maceranın tevlit ettiği neticeyi etraflıca anlamak için oluş sırasını takip ederek okumak zahmetini esirgememek faydalıdır.
Sevgilim Nahide, kaynayan heyecanların itirafları olan bu defteri iade edilmek üzere sana gönderiyorum.
Güle güle!...
                                                                                                                M.D.Y.
17 Temmuz 1950 - Ankara
Bugün garip ve çekip götüren bir hissin altındayım. Kırılıp dökülen kalplere rağmen bayram vesilesi ile Nahidelere gitmek istiyorum. Öyle bir gidiş ki hem bayramlaşma hem de ebedi vedalaşmayı ihtiva edecekti. Henüz bir hayli zamanım var. Fakat eğer tam gideceğim gün Allaha ısmarladığa gidersem beni çılgınca sevdiğine şüphem olmayan bir nazenine ani bir darbe olacak ve belki arkamdan gözyaşları dökecek. Annesinin ablasının yanında kendisini karyolaya atıp hıçkıra hıçkıra ağlayacaktır. Belki son vedânın kaderi onu biraz daha bana bağlayacak ve bu yıkıcı acının tesiri ile bana kahr edecektir. Ya beddua edecek ya da bir defa daha görmeyi kalpten arzulayacaktır. İşte hiç değilse bu kadarcık imkânı bağışlamak maksadı ile şimdiden vedalaşmayı, bilahare tekrar görmek üzere ayrılmayı ve onu tedricen alıştırmayı, hatta haberi olmadan Ankara'dan çekip gitmeyi düşünmüştüm.
Onları evde bulamayınca talih ve kader böyle nasip etmiş diyerek bu üzüntülerimi kartvizitime iki satırla yazıp kapıya bırakmaya başlamıştım ki Nahideler geldiler. bana karşı bütün sıcaklıkları kaybolmuş, adeta bayağı bir misafir gibi buyur ettiler ve ancak nezaket icabı elimi sıktılar. Şeker ve kahve verdiler. Ey fani âlem, insan ve insanlığın içinde yüzdüğü bu korkunç ve dalgalı hayatın manası nedir? Nedir ki daimi bir akış halinde sevgiler, güzellikler, besteler, gençlikler, hulasa bütün hayatı maziden meçhul istikbale sürüp götürüyor?
İlk buluştuğumuz saati günler kovaladı son ayrıldığımız gün buluştuğumuz ilk günü on dokuz aydan sonra ne çabuk gelip buldu. ne yazık ki bu da böylece bitti << her güzel şey gibi o da çabuk süratle gelip geçti ve bitti. >> bu bitiş anında çok şeyler söyleyecektim. fakat '' anne artık müsaadenizle zaten yakında gideceğiz. Ekmeğinizi yedim, kahvenizi içtim, hakkınızı helal edin'' diyebildim. Erkeklik gururuma yedirebilseydim hüngür hüngür ağlar ölüme giden bir evladın baba evinden ayrılırken ıstırabın aynını duyduğumu gözyaşlarıyla ifade ederdim.
Nahide'nin yüzü aşk hicranının ana hatları ile sararmış yalnız susuyordu. Ancak ''güle güle!...kelimeleri, öptüğüm ateşin dudakları, hüznün titremeleri ile vücudumu sardı. Fazla duramazdım. Bir an evvel uzaklaşmak kaderimi onlardan saklamak lazımdı.
Şu kadar zamandan beri gezdiğim Ankara’nın taşı toprağı akşamı, ayı, mehtabı, yıldızı, elektriği her şeyi ta yolcuların ellerinde buruşturularak kaldırımların kenarlarına attıkları bilet parçaları bile ayrı bir anlam taşıyor, hepsinde Nahide'nin o anki solgun yüzünü görüyordum. Şimdi evde ne yapıyor? Ümit edip belki hakikaten bağlandığı insanı ölünceye kadar görmemek üzere yapılan ve vedaya ne mana veriyor diye iç çekiyordum.
Ankara'nın en viran olmuş harabesinden en muazzam ve debdebeli apartmanlarına bir daha bir daha bakıyordum. Allahım ! En basitinden en mürekkebine kadar bütün canlı ve cansız kainat bana mukaddes bir belde bir abide bir mabet gibi geliyor. onlardan akseden serin havayı Nahide'nin nefesi, kokusu ile dolmuş addederek teneffüs ediyordum. Kendisini evde görüp ayrıldığım halde her adım başına karşıma çıkacağını aşkın kadınlığın muhabbetin sevginin en müşfik sahnesini yaratacağını ümit ediyordum. Yine arkamdan koşup geleceğini her zamanki müzik sesi ile '' derviş günahımı çekersin sakın beni bırakma... Güldür beni artık yeter ağlatma günahtır.'' diye feryad edip haykıracağını şehvetin fethedilmez aczi ile sarılıp zaten ezilip harap olan gönlümü coşturacağını zan etmiştim. Heyhat ne o, ne bu de ne de hiçbir şey. Bilmeden ona ne kadar merbutmuşum meğer!...
Eğer trene bineceğim gün vedalaşsaydım üç senelik tahsil hatıralarını bir son gibi ilelebet geride bırakmak çok yıkıcı olacak yolculuğum ve iznim zehir olacaktı. Az da olsa Nahide'nin elini sıkarken duyduğum sıcaklığın ölmeyeceğine, ölmezliğine alışmış olacağım...
..............
21 Temmuz 1950 tarihli mektup ile devam edecek

5 Temmuz 2012 Perşembe

CerenLik: ırak.

CerenLik: ırak.:      Sana gelişim ve git deyişin,içten içe sessizce itekleyişin...Kapını çaldığımda kapının arkasında durup "evde yokum" diye bağırırcasına ...

Küçük Bir Oda, Büyük Bir Dünya

         Küçüklüğümüzden beri bize hep en iyi arkadaş, en güvenilir varlık, yalnızlığa en büyük ilaç olarak tanıtılan kitaplar, kendileri gibi güzel bir ortamla buluştuklarında küçük bir oda büyük bir dünya haline gelebilir... Sizin dünyanız hangisi yada hangisi olsun isterdiniz?