29 Ekim 2023 Pazar

ATATÜRK’E MEKTUP

    Ata’m, yol arkadaşların bu vatanın evlatları ile el ele verip kurduğun Cumhuriyet bugün 100 yaşında. Biliyorum bir yerlerden sen de aynı bizim gibi hüzünle karışık bir coşkuyla kutluyorsun bugünü. Utanarak söylüyorum belki biz senin kadar inançlı, güçlü ve sabırlı değiliz. Bazen içinde bulunduğumuz ahval bizi anlamsız, bize yakışmayan serzenişlere itiyor. Kimimiz çıkıp “amaan biz mi kurtaracağız bu vatanı” diyor kimi çıkıp “bizden bir şey olmaz” diyor. Tam da öyle zamanlarda duvarlardan asla indirmediğimiz portrene takılıyor gözüm. Ve o sözün geliyor aklıma; “muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” Duruyorum sonra dönüp kendime “ne büyük adammış Atatürk, yıllar önce onca derdinin arasında yıllar sonraki nesilleri motive edecek bir şeyler söylemeyi bile düşünmüş” diyorum. 

    Aramızda bazıları bizim seni putlaştırdığımızı sanıyor ama bilmiyorlar ki biz seni bir aile büyüğümüz olarak seviyoruz, biz senin fikirlerine aşığız. Sen bizim bu bazı zamanlarda olan bitmiş vazgeçmiş gibi olan hallerimizi görüp de kahırlanma olur mu? Biz senin fikirlerinle büyüdük, çocuklarımızı da o fikirlerle büyütüyoruz. Her birimiz ömrümüz vefa ettiğince mirasına dahası emanetine sahip çıkacağız. Sen kızma yeter ki bize; sen bizim büyüğümüz, Ata’mız sen bizim Mustafa Kemal Paşamızsın! Sen ve fikirlerin sadece 29 Ekimlerde 10 Kasımlarda değil her daim kalbimizin, zihnimizin en derinindesiniz. 

    Biliyor musun Atam öyle kadınlar var ki bilimde sanatta fikirde öyle hür öyle başarılılar ki görsen öyle gurur duyarsın ki anlatamam, her başarılarının sonunda biz Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin kadınlarıyız diyorlar. Öyle çocuklar var ki en çok kimi seviyorsun diye sorulduğunda annesinin babasının elini tutup biz en çok Atatürk’ü seviyoruz diyorlar. 

    Bugün biz çok mutluyuz Ata’m, bugün Türkiye Cumhuriyeti 100 yaşında. Kalbimizde sevgin, elimizde bayraklar her yerde avazımız çıktığı kadar gururla bağırıyoruz; bu Cumhuriyet bizim! İyi ki varsın Atam rahat uyu; biz sana layık olmak için her daim var gücümüzle çalışacağız.

                                                                                                               İsa GÜNERUZ

30 Ağustos 2023 Çarşamba

SENİNLE KONUŞMAK

Seninle konuşmak bilsen ne gerekli benim için. 

İçime çektiğim nefesini tutuyorum; sanki son nefesimmiş gibi. 

Özledim demek koynuna sokulup uyumak cennette bana verilmiş yüzlerce binlerce sevabın bir karşılığı gibi. 

Bense şimdilerde berbat bir günahkar gibiyim, cehennemin en karanlık köşesinde yapayalnız ve ateşler içinde kıvranan.

Tanrının vaadi cennet, tehdidi cehennem olmasa nasıl anlatırdım sana olan arzumu bilmem. 

Neyle betimlemeliyim sana olan hislerimi? 

Hangi şairin mısralarını çalmalı, doğanın hangi harikasına benzetmeliyim seni. 

Nasıl yürürüm ben bu yolu ayağıma batan onca dikeni hissetmeden? 

Seninle konuşmak bilsen ne gerekli benim için. 

Sesin lazım bana ayağıma batan her bir dikenin verdiği acıyı bertaraf etmek için.

Kokun lazım sensiz geçen yılların sarhoşluğundan ayılmam için. 

Şehrin yalancı karanlığında bir bir sönerken evlerin ışıkları yanında geçen bir geceyi tahayyül etmenin bu kadar canımı acıtacağını tahmin dahi edemezdim. 

İçimdeki bu kapkaranlık gökyüzünden sana dönüp baktığımda gördüğüm rengarenk çiçekleri istiyorum ben, 

Hiç kimseye bu kadar yakışmayan gülüşlerini,

Sıcacık teninde ısınmayı istiyorum. 

Ve tanrının gücünün her şeye yeteceğine; 

onun için hiçbir şeyin imkansız olmadığına, 

Bizi asla çaresiz bırakmayacağına inanmayı istiyorum. 

Seninle konuşmak bilsen ne gerekli benim için.

                                         İsa GÜNERUZ

7 Nisan 2016 Perşembe

NEREDEN BULSAM?

Bir rüya görüyorum öyle güzel ki asla gerçek hayatta yaşanmayacak gibi. Uyanıyorum ansızın, gözlerimi zihnimi açık tutup rüyamı ezberlemeye çalışıyorum, unutursam belki rüyalar bile yeniden o güzelliği bana vermez diye korkuyorum. Sonra birden sızıp kalıyorum geri, uykunun ağırlığını taşıyamıyorum ve daha kötüsü uyandığımda güzel bir rüya gördüğümden daha fazlasını hatırlayamıyorum. Zihnimi ne kadar yorsam nafile, unutmamak için uyanık kalmaya çalıştığım rüya kapıyı çoktan arkadan kilitlemiş ve gitmiş oluyor.

Gecenin yarısında, saatlerin yeni günden paylarını aldığı, benim gözlerimin uykuya dikildiği anlarda aklıma gelenler var bir de. Aklıma geldiklerinde bilgisayarı kapatmış olduğumu fark edip hemen bir kağıt kalem aramaya koyuluyorum. Kağıdı ve kalemi bulmaya çalışıp da başarısız olduğumu anladığım sıralarda doğduğum büyüdüğüm eve ne denli yabancı olduğum, yabancı düştüğüm geceyi yaran bir şimşek sızısıyla düşüyor içime. Yazık ki hemen ardından aklıma gelen ilk şey bunun bir çaresizlik örneği olduğu oluyor. Olanca sessizliğin içinde tekrar bilgisayarı açıp fanından çıkan sesle kulaklarımın sağır olmadığının farkına varıyorum. İlk aklıma gelenleri yazabilmiş olsaydım size bana ve hayata dair ne çok şey anlatacaktım; tıpkı rüyamın bana verdiği sahte mutluluk kadar çok şey. Ama modern çağın getirdiği tüm kolaylıklarla birlikte götürdüğü kelimeler için yapabileceğim çok fazla bir şey yok maalesef. Yalnızca bir sonraki sefer için aklımda daha çok şey tutmaya çalışabilirim sanırım. Sahi bu sefer ne tutabildim ki aklımda?

Şu modern dediğimiz çağ bizden ne çok şey götürüyor ve ne kadar yalancı. Her şeyi hızlandırdı bize her şeye ulaşma imkanı verdi, saat farkını dikkate aldığımda dünyanın öbür ucundaki arkadaşımla konuşma imkanı verdi bana yada bize hepimize. Oysa biz hiç fark etmedik ya da fark etmek işimize gelmedi; bizi birbirimize yaklaştırdığını düşündüğümüz bu çağ bizi birbirimizden bizi bizden öyle uzaklaştırdı ve zihnimizi öyle boş şeylerle doldurdu ki rüyalarımızı hatırlayamaz, hissettiklerimizi yazamaz hale geldik.  Kapı açıldığında hoş geldin diyen bir güler yüzden daha çok bilgisayar açıldığında hoş geldiniz diyen bir nota aşina olmaya başladık.

Bana rüyalarımı hatırlayacak huzurlu bir zihin

Zihnime düşen kelimeleri yazacak bir kalem ve bir kağıt

Ve bir de zamana not edebileceğim birkaç yeni ve güzel anı lazım.

Nereden bulsam?

Ne dersiniz?


5 Aralık 2015 Cumartesi

ÖĞRENDİM ARTIK

Geçmeyen zamanlar biliyorum ben, su gibi akıp giden yıllar bir de. Yanında olmak istediklerimi, yanımda olsun istediklerimi biliyorum. Geçmeyen zamanlar onlarla dolu gönlümde. Eskiden düşünmezdim ömrün insana bir kez verildiğini, geçen bir anın bir daha asla gelmeyeceğini. Şimdi artık yitirdim bu yetimi; düşünmeden edemiyorum. Şimdi artık daha çok şey ifade ediyor gecenin karanlığı, güneşin günde bir kez doğması.

Sevmek ne kıymetliymiş öğrendim artık. Yârin bir kez gülümsemesi, bir çocuğun başını bir başkasının yüreğini okşamak ne kıymetliymiş öğrendim artık…

O beni anlar diyebileceğim birinin yanımda olması, uzandığımda sesine dokunabilecek kadar yakınımda olması ne kıymetliymiş öğrendim artık…

Nefret edecek, hırs yapacak, kırılan bir kalbi onaracak kadar uzun değilmiş bir kez verilen bu ömür. Yüreğinde taşıyamayacağın şeylere sahip olmak için kendini yormaya değmezmiş, öğrendim artık…

Bir kez sardı mı hüzün sesini bir daha bırakmaz, düştü mü saçına bir kez aklar hiçbir boya kapatmaya yetmez yılların tel tel yorgunluğunu, öğrendim artık…

Bazı acıların kifayetsizliğinden bazı tatların eşsizliğinden yollara düşer gözler, bekler ki geçsin acılar bekler ki sürsün doyamadığımız o tatlar. Gel gör ki ne acıları unutacak kadar ne de o tatlara doyacak kadar uzun bu ömür, öğrendim artık…

Herkesin bir acısı,
Herkesin bir sevdası,
Herkesin bir korkusu,
Herkesin bir pişmanlığı var öğrendim artık…
Her biri birbirinden farklı, her birinin her bir dağda farklı yansıyan çığlıkları var. Niye böyle diye sormayın verilen her cevap birbirinden farklı. Sorular birer birermiş ama hiçbir sorunun tek bir cevabı yokmuş, öğrendim artık…


Bir başkasının mutsuzluğunu dert ediyorsan, hayvanların da acıyan bir canının olduğunun bilincindeysen, karnını doyururken aç insanlar geliyorsa aklına, bir sızı düşüyorsa bir çocuk düştüğünde yere, uçurumlar varsa ülkende ve sen görmezden gelemiyorsan işte o zaman en büyük ağrının yaşamak olduğunu anlıyorsun. En büyük ağrım yaşamakmış, öğrendim artık…

                                                                                                        İsa GÜNERUZ

29 Mayıs 2015 Cuma

ZOR ANLARA



Neyle eylersin şimdiden sonra gönlünü, neylersin gidenlerin ardından. Küllükte sigara eriyip giderken senin gözlerin yanar beynindeki düşüncelerden;

Gidenlerden,

Kalıp da gitmekten beter edenlerden.

Artık yoktur da bir bahanen ayakta tutsun seni. Birkaç aptal cümle anımsarsın kıyıdan köşeden;
Senin iyiliğin, senin denli iyi olduğun deminden.
 Var mı bir faydası diye düşünmek gelirken aklına küfre dönüşür sevdiğin, sonra bir paçavraya dönüşür sevgin, hani o çocuk neşesiyle üstüne giydiğin…
Ah ulan dersin sonra; şimdi kimsenin olmadığı, benden başkasının nefes dahi almadığı sonsuz bir yerde olsam, olsam da içimde ne varsa kussam ve bir tek kelime aptal tesellisi duymasam… Dersin ve ardından yine dönersin o çok da sevmediğin dünyana.
Kaldırırsın kafanı bi’ bakarsın yolun sonuna doğru, manzara güzeldir belki ama yürüyecek derman bulamazsın dizlerinde. Gündüzler uzundur belki ama gün kısadır işte ya yarı yolda kalırsam diye bir korku çöker tepene; yürüyemezsin.
Çakılır beyninin orta yerine neden diye bir soru, o bir kelime mahveder seni günlerce. Kahredersin çektiğin cefaya hayalini kurduğun sefaya daldığın hülyaya kahredersin…
Sonra yediğin ne halt varsa gelir aklına yaptığın her hata her yanlış. Bir sebep lazımdır çünkü sana hatta bir sebepten ziyade bir ceza lazımdır. Kendi kendine bulman gerekir neyin cezasını çektiğini. Kimin kalbini kırdığını kime umut verip de yarı yolda bıraktığını kendi kendine bulman gerekir. Elzemdir bu, bulamazsan şayet attığın her adım suç gibi gelmeye başlar sana.
Sonra yavaş yavaş boşuna yapılmış gelir yapılan her şey, dost meclislerinde kurulan cümleler, muhabbete meze olan gülüşmeler ne varsa boş gelir. Sokaklara anlam yüklersin, yalnız yürümeye, müzik dinlemeye, hüzünlenmeye…
Hiç düşünmediğin şeyleri düşünmeye başlarsın bir bir.
Fark edersin ki bazı şeyler bir kere olurmuş hayatta;
Mesela çok kez kırılabilirmiş insan ama bir kez un ufak olurmuş.
Mesela çok kez çok kişiyi sevebilirmiş insan ama bir kez âşık olurmuş
Ve yazık ki âşık olacağı insanı seçemezmiş.
Âşık olduğu insan çekip gittiğinde dur diyemezmiş insan.
Bunları düşünmek de bir fayda sağlamaz sana ama düşünürsün işte. Sonra yine kendi mabedine çekilirsin tek başına. Kahkahalarla başladığın günü ifadesiz bir yüzle bitirirsin. Bitirmek zorunda bırakılırsın. Böyle zamanlarda dua etmekten umut etmekten ve bir de ezgilere sarılmaktan vazgeçmeyin;
Hiç kimseye dua ederken anlattığınız kadar iyi anlatamazsınız kendinizi,
Yaşadığınız hiçbir şey umut ettiğinizden daha güzel olmaz
Ve muhakkak bir ezgide bulursunuz kendinizi; sizden daha önce kendini orada bulmuş birinin sesinden, zihninden…

                                                                                                    İsa Güneruz



29 Nisan 2015 Çarşamba

BİR UMUTTUR YAŞAMAK



Geçsin diye yolunu gözlediğim zaman şimdilerde çok canımı acıtmaya başladı. Ben hiç böyle hayal etmemiştim büyüdükçe her şey daha güzel olacaktı benim düşlediğim gelecekte. Oysa şimdi zaman geçtikçe düşlediklerimden uzaklaştığım yetmezmiş gibi bir de sevdiğim kim varsa hepsinden uzaklaşmaya başladım. Aralıksız çalan hüzünlü bir melodi var kulağımda. Zamansız ilerliyor zaman içinde her şey. Gülmem gereken zamanda kan çanağı gözlerim, koşmam gereken yolda oturmuş yolu izliyorum. Kendime verip de tutamadığım sözler var zihnimde, ellerini bıraktığım insanlar ellerimi bırakanlar var geride. Anlatılması çok güç bir kördüğüm var içimde çözmeye çalıştıkça iyice mahvediyorum sanki.
Böyle zamanlarda insan her şeyini anlatabileceği bir sevdiğini arıyor yanında; normalde olduğundan daha çok arıyor. Çünkü sevdikleri ile birlikte iken her şeyi başarabileceğine halledeceğine inanıyor. Ve gerçekten de öyle oluyor.
Kazanmak için bir şeyleri çıkıyorsunuz yola, attığınız her adım sizi kazanmak istediğinize yaklaştırırken geride bıraktıklarınızın değeri çok sonra anlaşılıyor. Yazık ki anladığınızda çok uzaklaşmış oluyorsunuz. Bu öyle sabah işe giderken evde bir şey unuttuğunuzu kapıda fark edip yukarı çıkıp alıp geri gitmeye de benzemiyor. Çıktınız mı bir kere yola geriye bir adım olsun gidemiyorsunuz. İlerledikçe kazandıklarınızla geride bırakıp kaybettikleriniz arasındaki dengeyi de yürürken fark edemiyorsunuz. Ta ki bir an soluklanmak için durana kadar. O anda fark ettiğiniz ise geç kaldığınız oluyor; mutlu olmaya geç kalmak çocukluğunuza geç kalmak burukluğunu bir ömür yüreğinizde taşıyacağınız ne varsa hepsine geç kaldığınızı o an fark edersiniz. En kötüsü de elinizden bir şey gelmeyişidir.
Bazen diyorum ki her şey böyle kötü giderken gidebileceğimiz bir yer olsa. Fırtınaya yakalanmış teknenin sığındığı güvenli bir liman gibi bir yer. Gidip oraya kötü olan ne varsa hüzünlü olan acı veren ne varsa hepsini bir çırpıda kussak ve bir umutla çıksak tekrar dışarı. İnsan umut arıyor işte her şeyden önce bir umut. Her şey güzel olacak dedirtecek bir umut. Bir ağaca baktığında yeşil demeden önce onun kahverengi dallarını da görüp söyleyecek gerçekçi bir umut.
Her ne kadar umut peşinde olsam da engelleyemediğim acı bir kahve tadı var şimdilerde hayatımda. Kabullensem mi bu uzaklıkları, geç kalmışlıkları, mutsuzlukları bilmiyorum. Bir garip boşluk işte sorular var soran yok, gülüşler var yüzler yok. Çık içinden çıkabilirsen. Kördüğüm diyorum ya hem ne kördüğüm… Kim bilir belki mutsuzluğu kabul etmektir işin sırrı. Mutlu muyum değil miyim diye düşünmeden öylece kabul etmek belki de iyi gelecek olan. Belki kabullenip yaşayanlar mutlu oluyordur kim bilir. Ama ben kabullenemiyorum. Yine de ne olursa olsun bırakmamalı insan mutluluğun peşini diyorum. Kabullenmek bir ihtimal ise de ölüme ramak kalana kadar itmek lazım bu ihtimali diyorum. Belki hakikaten elden gelen bir şey yok ama bunu düşünmek dahi istemiyorum.
Çalıştığınız iş, yaşadığınız yer, çevrenizdeki insanlar ne varsa işte sizi mutsuz eden terk etmeye korkmamalı insan. Çünkü terk edemediklerimiz yüzünden terk eder bizi mutluluğumuz. Onu geriye çağırmaya korkmamalı insan. Her ne kadar zaman geçtikçe kötüye gitse de her şey yine de umudu kaybetmeden sarılmalı hayata. Biliyorum çok zor bu söylediğim hele benim gibi yanınızda bir sevdiğiniz bir sırdaşınız çocukluğunu hatırladığınız biri yoksa hakikaten çok zor. Ama mesele de yılmamak tutunmak işte hayata. Boşluğun içinde sağa sola çarparak yaşamak yerine ayaklarını yere sağlam basabilmek mesele. Ne kadar acı verse de geçen zaman, inadına güzelleştirmeye çalışmak işte.
Velhasıl-ı kelam her gecenin bir sabahı vardır. Hayatta yaşanması gereken ne varsa yaşayacak ama olmak istediğiniz yerlerde olma çabasından da vazgeçmeyeceksiniz. Ömür denilen şey böyle işte uzaktan bakıp da beğenmediklerimizi pas geçmek gibi bir şansımız yok. Ne yaşayacaksak hepsini zerresine kadar yaşayacağız ve umudumuzu asla kaybetmeyeceğiz…
                                                                                                 İsa GÜNERUZ

29 Temmuz 2014 Salı

DEVA

Hep edecek bir kelam olmadığında sarıldım kaleme. O da neden diye sormadı ne zaman elime alsam yazdı bir şeyler.
Kimseye anlatamadığım ve dahi kendime anlatamadığım şeylerle mücadelem. Bir büyük boşluk ki, sığmaz hiçbir boyutta hiçbir kâğıda.  Gökyüzüne yazdım bu yüzden, hayalimdeki denizlere yazdım; henüz hiç yelken açılmamış denizlere, kimsenin bilmediği asla bilemeyeceği denizlere.
Kimin derdi kime büyük ki? Büyük olduğunu görsen bile ne kadar hissedebilirsin ki? Her dert kiracısı olduğu yüreğe devasa. Boğuştum durdum devasa dertlere deva bulmak için… Buldun mu diye sormayın bulunmaz o. İkiyüzlüdür deva ya da ne bileyim kötü, hayali bir kahraman gibi, tam buldum derken değişiverir kılığı kıyafeti. Sonra anladım ki tek deva vardı lakin herkeste her şeyde farklı vücut buluyordu. Göz gibi kulak gibi herkeste ama hep farklı. Onu bulmaya çalışırken kendimi kaybettim. Hayatımda yaptığım en iyi işti bu. Zaten çok yetenek de gerektirmiyordu…
 Kimsenin görmediği gözyaşlarım var benim; devaya akıttığım. Beyaz saç tellerim var; hüzne ayna. Bedenime ağır gelen bir beynim ve bir kalbim var benim; bir boşlukta milyonlar barındıran. Çıldırtan sesler çıkaran düşüncelerim var benim; susturamadığım. Kelimelerim var; yazmaya korktuğum. Deva yüzünden hepsi ve daha nicesi; arayıp bulup kaybettiğim deva yüzünden. Herkes derdine deva ararken deva mahvetti beni. Deva.
Gitmek istedim ben ama bırakamadım birilerini. Onlar beni tutuyor muydu bilmiyorum ama ben bırakamadım onları. Gitmek derken başka bir şehir, başka bir ülke, başka bir şey gelmesin aklınıza, ölüm gelmesin aklınıza. Hiçbir yer yok ki bir adım önündeyken aradığım deva da benimle gelmesin. Ben deva’yı arıyordum o hep bir adım arkamdaydı dönüp tutamıyordum. Oturup ağlıyordum kimse görmüyordu, kimse duymuyordu ama ben görmeyenleri duymayanları bırakamıyordum. Kısır bir döngüydü sanki ben deva’yı arıyordum o arkamdan geliyordu. Ne ben hızlanabiliyordum onu yakalamak için ne de o yavaşlıyordu ona ulaşabilmem için. Belki de yakaladığımda kılığının değişeceğini bildiğim içindi ulaşamamam, bilmiyorum.
Uzaktayım sanki. Elimin fikrimin gözlerimin yetişemeyeceği kadar uzaktayım. Dur gitme dediğimde önüne geçip durduramayacak kadar uzaktayım. Gitme dediğim halde gittiğinde üzülmekten kalbime bir çukur açılacak kadar uzaktayım. Kalbime uzağım sanki açılan çukuru dolduramayacak kadar uzakta. Uzağım sanki kendime. Sanki deva içimin en uzak yerinde. Beynimde tüm bu düşünceler dolaşıp dururken birden içimi bir umut kaplıyor belki diyorum belki sensin deva. Sonra yine o büyük boşluk kâğıtlara sığmayan o büyük boşluk kaplıyor her yanı. Gözlerim kan çanağı donakalıyorum. Ben yokum ortada deva yok. Bir ceset var ortada kimse tanımıyor. Bakakalıyorum. Kelimeler tükenmiş. Kapı ardına kadar açık ne giren var ne çıkan. Deva kılık değiştirmiş ben değilmişim deva, kimse değilmiş.
Gel diyorum devaya; zulüm altındayken yardım bekleyen gibi, gel diyorum savaş çocuklarının barışa seslendiği gibi, gel diyorum umutlu yarına ama hiçbiri olmuyor işte. Kapı açık ardına kadar gel diyorum; ne giren var ne çıkan. Kalbim parçalanıyor göğsümün içinde, kanlar akıyor ağzımdan. Yere düşen bir adam görüyorum oturduğum yerde, ağzı yüzü kan içinde. Söküp atıyor kalbini yürüyüp gidiyor. Dur diyemiyorum, gel diyemiyorum, neden diyemiyorum. Soramıyorum ona, deva nerede diyemiyorum. Korkuyorum ya biliyorsa devanın nerede olduğunu diye. Ben bunları düşünürken o çoktan kaybolmuş oluyor gözden, dün gibi. İşte her arkama dönüp uzanmaya çalıştığımda devaya bunu yaşıyorum. Belki de bunu yaşamaktan korkup dönüp uzanamıyorum. Koşup bir kâğıt kalem alıyorum elime yazamıyorum. Sonra kaybolmuşluğum geliyor aklıma, kaybolmuşluğum… Yaptığım en iyi iş hani, deva’yı ararken kendimi kaybetmişliğim…
Ellerim çok küçük benim uzanıp tutamıyorum geleceğimi uzanıp tutamıyorum deva’yı. Ah deva ne olurdu herkese sevdikleri şekle bürünüp gittiğin gibi gelseydin bana da. Gelseydin çekip alsaydın taşın altından yüreğimi. Arkamda değil yanımda olsaydın kanatmasaydın beni bu kadar olmaz mıydı? Neden deva neden bu beynime yüklediğin yük? Gülüşlerim deva gülüşlerim kendime bile sahte…
                                                                                    İsa GÜNERUZ