10 Ekim 2012 Çarşamba

KENDİME MEKTUP



Git, git kalma buralarda. Hem kalsan ne yapacaksın ki baksana şehre, geceleri fahişe dolu gündüzleri siren sesleri. Artık anneler çocuklarını dışarı gönderirken yabancılarla konuşma demekle yetinemiyor; tanıdık kimse kalmamış ki sokaklarda. Yüzler bilindik belki ama kimin ruhu kimde belli değil. Herkes bir şeylerden şikâyet eder halde. Sıkıntı büyük senin anlayacağın...
Aç televizyonu haberleri izle biraz, sonra günde bir tane de olsa gazete oku. Şehit olanları gör, trafik kazasında ölenleri, tecavüze uğrayan küçücük çocukları. Açlık sınırının çok altında insanlara maaş olarak ödenen para, ekonomi iyiye gidiyor diyorlar ama ben iyiye giden bir şey göremiyorum. Üniversitelerde harçlar çok fazla, hem bazılarına fazla bazılarına hiç yok. Öğrencilerse kıt kanaat geçiniyor. Bir karanlık var ülkenin üstünde siyasi, ekonomik, sosyal; adını koyamadığım anlam veremediğim bir karanlık… Biz, hepimiz değilse de çoğumuz içten içe yeminler ederdik bu karanlıkta boğulmamak için. Ama bak işte pek bir şey yapamıyoruz.
Yapılacak bir şey var mı diye sorarsan, ne bileyim gidip bir sahil kasabasına yerleş, küçük bir ev tutarsın bahçesinde domates biber işte ne yetiştirebiliyorsan yetiştirirsin. Birazını kendine ayır birazını satarsın pazarda, malûm elektrik su kömür hepsi para ha tabi bir de kira var.
Yok, bu bana gelmez diyorsan bir memur ol karışma etliye sütlüye. Git gel işine, ay başlarını bekle; maaşını al böl sağa sola. Sahil kasabasında olsan da olmasan da elektrik, su, kömür şehirdesin ya belki doğalgaz hepsi para ha tabi yine bir de kira var. Bu arada para da biriktir ki kış aylarında doğalgaza zam gelmeden biraz gaz alırsın; faturalı değilse. Faturalıysa yandın zaten kışın ortasında! Evlenmiş olursan eğer bazı masrafların olacak söyleyip de korkutmak istemem şimdiden.
Öyle yaşa git işte. Oraya koştur buraya koştur, çoluk çocuk ev bark derken geçer gider ömrün. Hem belli mi ki ne kadar yaşayacağımız? Sen en az nasıl yorulursun onun hesabını yap. Bir şey üreteyim falan deme başına bela olur. Al maaşını yaşamana bak.
Hem sana ne memleket meselelerinden? Ülke karanlıktaymış sana ne? Üniversitelerde harçlar çokmuş sana ne? Hâlâ açlıktan ölenler varmış sana ne? Sen misin şehit olan, babanın oğlumu sana ne ulan? Bu ülkede parası olmadığından tedavi olamayan insanlar varmış, sana ne? Bu ülkeyi satıyorlarmış sana ne? Birileri dinine kitabına hakaret ediyormuş, duyma arkadaş, sana ne? Hayvanlara eziyet ediyorlarmış, sana ne? Bu ülke çöl oluyormuş sana ne? Üzerine vazife olmayan işlere karışma!
Velhâsıl-ı kelâm git, git kalma buralarda. Hem kalsan ne yapacaksın ki?
                                                                                                 İsa Güneruz

9 Ekim 2012 Salı

İNCİNMEK İNCİTMEK



Eskiden de mi böyleydi bilmiyorum; zaten eskiyi çok da hatırlamıyorum ama artık herkes, hiçbir şeyi karşılık beklemeksizin yapmayı başaramıyor. Seviyoruz, sevilmeyi bekleyerek, sorular soruyoruz cevap bekleyerek. Öyle bir hale gelmişiz ki sanki sırf cenneti verecek diye ibadet ediyoruz Allah’a. Oysa karşılık beklenmeden yapılanlar daha bir huzur vermez mi insana?
Karşılık beklenerek yapılan her hareket beraberinde bir samimiyetsizlik taşır. Başka bir deyişle samimiyet yoksa karşılık beklentisi vardır. Çölde Leyla’nın aşkı ile divane olmuş halde gezen Mecnun, namaz kılan bir adamın önünden geçer. Bir hışımla namazını bozan adam Mecnun’a döner ve “namaz kıldığımı görmüyor musun be adam ne diye önümden geçiyorsun” diye çıkışır. Mecnun’un cevabı ise hakikaten ibretliktir; “ben Leyla’nın aşkıyla seni görmedim sen Mevla’nın aşkıyla beni nasıl gördün” der. İşte samimiyet budur. Samimiyet bir şeyi sırf yapmış olmak için yapmak değildir. Yapılan davranışın gönülden gelmesidir samimiyet. Sonunda ne olacağı hesabının yapılmamasıdır samimiyet.
Artık çağımızda samimiyetsizlikler, karşılık beklentileri yüzünden ne yana baksanız incinmiş yürekler görürsünüz. Kimin kimi neden incittiğini, kimin kime neden incindiğini ise anlamak hakikaten güç. Aslında kalbinde inanç olan sevgi olan insanlar ne incinir ne de incitir. Dünya hayatının bir durak olduğunun farkında olan bu insanlar, inciten, üzen ne varsa hepsinin gelip geçici olduğunu bilir. Bu yüzden de ne incitir ne de incinir.
İşte bundandır ki, büyükler şöyle buyurmuş:
Cihan bağında ey âkıl budur makbul-i ins ü cin
Ne kimse senden incinsin ne sen bir kimseden incin…
                                                                                                  İsa Güneruz