Eskiden de mi böyleydi
bilmiyorum; zaten eskiyi çok da hatırlamıyorum ama artık herkes, hiçbir şeyi
karşılık beklemeksizin yapmayı başaramıyor. Seviyoruz, sevilmeyi bekleyerek,
sorular soruyoruz cevap bekleyerek. Öyle bir hale gelmişiz ki sanki sırf cenneti
verecek diye ibadet ediyoruz Allah’a. Oysa karşılık beklenmeden yapılanlar daha
bir huzur vermez mi insana?
Karşılık beklenerek
yapılan her hareket beraberinde bir samimiyetsizlik taşır. Başka bir deyişle
samimiyet yoksa karşılık beklentisi vardır. Çölde Leyla’nın aşkı ile divane
olmuş halde gezen Mecnun, namaz kılan bir adamın önünden geçer. Bir hışımla
namazını bozan adam Mecnun’a döner ve “namaz kıldığımı görmüyor musun be adam
ne diye önümden geçiyorsun” diye çıkışır. Mecnun’un cevabı ise hakikaten
ibretliktir; “ben Leyla’nın aşkıyla seni görmedim sen Mevla’nın aşkıyla beni
nasıl gördün” der. İşte samimiyet budur. Samimiyet bir şeyi sırf yapmış olmak
için yapmak değildir. Yapılan davranışın gönülden gelmesidir samimiyet. Sonunda
ne olacağı hesabının yapılmamasıdır samimiyet.
Artık çağımızda
samimiyetsizlikler, karşılık beklentileri yüzünden ne yana baksanız incinmiş
yürekler görürsünüz. Kimin kimi neden incittiğini, kimin kime neden incindiğini
ise anlamak hakikaten güç. Aslında kalbinde inanç olan sevgi olan insanlar ne
incinir ne de incitir. Dünya hayatının bir durak olduğunun farkında olan bu
insanlar, inciten, üzen ne varsa hepsinin gelip geçici olduğunu bilir. Bu
yüzden de ne incitir ne de incinir.
İşte bundandır ki,
büyükler şöyle buyurmuş:
Cihan bağında ey âkıl
budur makbul-i ins ü cin
Ne kimse senden
incinsin ne sen bir kimseden incin…
İsa Güneruz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder