9 Ekim 2012 Salı

İNCİNMEK İNCİTMEK



Eskiden de mi böyleydi bilmiyorum; zaten eskiyi çok da hatırlamıyorum ama artık herkes, hiçbir şeyi karşılık beklemeksizin yapmayı başaramıyor. Seviyoruz, sevilmeyi bekleyerek, sorular soruyoruz cevap bekleyerek. Öyle bir hale gelmişiz ki sanki sırf cenneti verecek diye ibadet ediyoruz Allah’a. Oysa karşılık beklenmeden yapılanlar daha bir huzur vermez mi insana?
Karşılık beklenerek yapılan her hareket beraberinde bir samimiyetsizlik taşır. Başka bir deyişle samimiyet yoksa karşılık beklentisi vardır. Çölde Leyla’nın aşkı ile divane olmuş halde gezen Mecnun, namaz kılan bir adamın önünden geçer. Bir hışımla namazını bozan adam Mecnun’a döner ve “namaz kıldığımı görmüyor musun be adam ne diye önümden geçiyorsun” diye çıkışır. Mecnun’un cevabı ise hakikaten ibretliktir; “ben Leyla’nın aşkıyla seni görmedim sen Mevla’nın aşkıyla beni nasıl gördün” der. İşte samimiyet budur. Samimiyet bir şeyi sırf yapmış olmak için yapmak değildir. Yapılan davranışın gönülden gelmesidir samimiyet. Sonunda ne olacağı hesabının yapılmamasıdır samimiyet.
Artık çağımızda samimiyetsizlikler, karşılık beklentileri yüzünden ne yana baksanız incinmiş yürekler görürsünüz. Kimin kimi neden incittiğini, kimin kime neden incindiğini ise anlamak hakikaten güç. Aslında kalbinde inanç olan sevgi olan insanlar ne incinir ne de incitir. Dünya hayatının bir durak olduğunun farkında olan bu insanlar, inciten, üzen ne varsa hepsinin gelip geçici olduğunu bilir. Bu yüzden de ne incitir ne de incinir.
İşte bundandır ki, büyükler şöyle buyurmuş:
Cihan bağında ey âkıl budur makbul-i ins ü cin
Ne kimse senden incinsin ne sen bir kimseden incin…
                                                                                                  İsa Güneruz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder