21 Temmuz 1950 -
Ankara
Tebrikinizi 20. Perşembe günü alınca kendimden utandım. Çünkü 29 Haziran
1950 tarihli mektubuma cevap vermemiştiniz. Tebrik de yazmayacağını ve yazmamı
da istemeyeceğini hesap ederek sana tebrik yazma zevkinden kendimi mahrum
etmiştim. Ne yazık ki uzun fakat çabuk geçen fasılalar içinde birbirimizi
tanıyamamışız.
Hem bayramınızı kutlamak hem de helâllik istemek üzere ziyaretinize
gelmiş resmiyetle karşılanmıştım. Ne olursa olsun bence senin şahsın mevzu
bahistir. Bu da böylece bitti deyip geçmeyecek, muazzez hatıralarını ebediyen
kalbimde yaşatacak hayatta seni tekrar mesut olarak görmek isteyeceğim. Belki
bunların sence kıymeti olmayacak fakat bir de benden sor.
Kuzum bana mektup yazmak için bilmem ki neden iradenle mücadele
ediyorsun. Düşünmüyor musun ki hakiki sevgi başladıktan sonra ömrü içinde yer
aldığı kalbimin yaşayacağı zamana kadardır. Evet, ayrılıklar olur, idealler
gerçekleşmeyebilir, ümitler kül olup savrulabilir. Aşk nefrete intikal edebilir
ama unutmamalı ki nefret aşkın ta kendisidir.
‘’ilk his ve mektup arkadaşlığımız’’ aşktan kuvvet alarak baki kalacak ‘’
hiçbir zaman saf ve temiz hatıralar…’’ ortadan kalkmayacaktır. İtiraf edeyim ki
sana ilk cesareti gösterdiğimden çok daha fazla maalesef bugün seni seviyorum.
Maalesef diyorum çünkü hem kendimi hem de seni mahzun etmiş bulunuyorum.
Bir genç kız ve erkek, arkadaş oldukları derecede sevgilidirler de.
Başlangıçta arzu etmemiştim. Ancak bazı iyi hallerim mevcut idiyse bu, etrafa
seni sevdiğimi göstermek ve öyle görünmek istediğimden değil, ne isem o
olduğumdan dolayıdır. Hele ablan olacak Habibe’nin üzerinde müspet tesir
uyandıramadığımın bilakis nefret yarattığımın pekala farkındayım. Çeşitli
vesilelerle bunu ispat etmiş durumdadır.
Evinde hiçbir müşkülata uğramayacağını, hareketlerime kurban olacak fena
bir vaziyetin mevcut olmadığını, bunu başından beri hesap ettiğini ve etmeniz
lazım geldiğini söylememe hacet var mı? Esasen herkese veya hiçbir kimseye
verecek hesabın olmadı da malumdur.
Nahideciğim bütün bunlar bir tarafa fakat benim için üzüldüğünü hasta
olup kilo kaybettiğini taktir ediyor ve emin ol ki seninle beraber aynı acıyı
duyuyorum. Ne çare ki mukadderata boyun eğmek zorundayız.
Allahın bence meçhul olan sevdiğin iki varlığı tanımadan alması ile
hayatta seni güldürmediğini mektubundan yeisle okudum. Eğer bunun samimi olarak
Allah’tan geldiğine inanıyorsan fikir yürütmek ne haddimize? Yalnız beri
tarafta beni sevdiğinin bütün kabahat ve mesuliyetini bana atfedip aşkın
inkisarı ile darbe yediğini ısrarla söylersen diyeceğim kalmaz. Bence
münasebetlerimiz aşırı olup terk edilseydin darbe yapılmış sayılabilirdi.
Senin hayatının hakiki sırlarını da muammalı cümlelerinden hala öğrenmiş
durumda değilim. Niçin teselli aradığını da tabiatı ile bilmiyorum. Açıklamaktan
daima imtina edilen bu meçhulat uğruna bana bağlandığına da müteessir oldum. Demek
ki son mektubunla beni son defa görmek istiyorsun. Bu fırsatı sana evvelce
vermiş fakat boşuna beklemiş kendi kendimi aldatmıştım. Sen ise enişteni yolcu
etmek babanı karşılamak ile meşguldün. Buna mukabil seni aldatmayacak ve nasip
olursa mutlaka dediğin saat ve yere geleceğim. Ah!… son mektup son buluşma peki
sevgilim senin gibi olsun. Her şey senin emrinle sona ersin.
…………………
23 Temmuz 1950 tarihli mektup ile devam edecek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder