Gittiğin
gün susmayı seçtim, susturdum şarkıları; enstrümantal dinliyorum artık. İçim
cız etsin yeter. Ayarı yok ki bu şarkıların olmadık zamanda pat diye bir laf
edip alt üst ediyor insanı. “yahu kim düşünmüş de yazmış bunu” bile
diyemiyorum. Cereyana maruz kalmış kapı misali çat diye bir ses çıkarıyor
beynimin derinliklerinde, yetişip tutamıyorum kapıyı, sonra şangur şungur bir
ses; etrafı tuzla buz olmuş anılar kaplıyor. Hele ki bir şarkının içinde adının
geçmesi falan hiç girmeyelim o konuya, içimde ortalık toz duman, göz gözü
görmez oluyor.
Bir
ben değilim biliyorum dert çeken ama bir kendi derdimi biliyorum. Bir seni
tanıyorum bir kendimi, bir anne tanıyorum bir çocuk. Annesiz büyür mü çocuk?
Büyür elbet, gel gör ki hep yarımdır, hep öksüz. Saklar içinde gün be gün,
büyür içinde dağ be dağ anne diyebilmek. İşte öyle sakladım öyle büyüttüm ben
de seni içimde.
Bilirsin
beni severim konuşmayı, hele ki hüzün çöktü mü üzerime daha bir güzel cümle
kurarım diksiyonum düzelir, duraksamam konuşurken. İyi hoş her şey güzel de
benim mahfuz eylediğimi aşikâr ediyor bu meret, o ne olacak bilmiyorum. Ne
olacaksa olsun, zaten öyle bir anlatıyorum ki herkes daha önce hiç kurulmamış
bir hayalden bahsediyorum zannediyor.
Şimdi
sen gittin öyle mi? Şimdi sen sor bana;
Hüznü
sor bana, gözyaşını sor.
Yanmışlığı,
Yanılmışlığı
sor,
Dünyayı
sor bana, ölümü sor.
Ağlamayı,
Aldanmayı
sor.
Kederi
sor
Kaderi
sor
Öksüzü,
yetimi sor
Yalanı
sor, kalanı sor, gideni sor
Yolları
sor bana
Yolsuzluğu
sor
Şarlatanları
sor
Vedaları
sor bana
Geçmeyen
dakikaları;
Su
gibi akıp giden yılları sor bana…
Sor,
sor bana ne sormak istersen sor ama sensizliği sorma bana. Saklısın içimde,
sorma nerdesin ne haldesin bende…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder