30 Ağustos 2012 Perşembe

SOR'MA



Gittiğin gün susmayı seçtim, susturdum şarkıları; enstrümantal dinliyorum artık. İçim cız etsin yeter. Ayarı yok ki bu şarkıların olmadık zamanda pat diye bir laf edip alt üst ediyor insanı. “yahu kim düşünmüş de yazmış bunu” bile diyemiyorum. Cereyana maruz kalmış kapı misali çat diye bir ses çıkarıyor beynimin derinliklerinde, yetişip tutamıyorum kapıyı, sonra şangur şungur bir ses; etrafı tuzla buz olmuş anılar kaplıyor. Hele ki bir şarkının içinde adının geçmesi falan hiç girmeyelim o konuya, içimde ortalık toz duman, göz gözü görmez oluyor.
Bir ben değilim biliyorum dert çeken ama bir kendi derdimi biliyorum. Bir seni tanıyorum bir kendimi, bir anne tanıyorum bir çocuk. Annesiz büyür mü çocuk? Büyür elbet, gel gör ki hep yarımdır, hep öksüz. Saklar içinde gün be gün, büyür içinde dağ be dağ anne diyebilmek. İşte öyle sakladım öyle büyüttüm ben de seni içimde.
Bilirsin beni severim konuşmayı, hele ki hüzün çöktü mü üzerime daha bir güzel cümle kurarım diksiyonum düzelir, duraksamam konuşurken. İyi hoş her şey güzel de benim mahfuz eylediğimi aşikâr ediyor bu meret, o ne olacak bilmiyorum. Ne olacaksa olsun, zaten öyle bir anlatıyorum ki herkes daha önce hiç kurulmamış bir hayalden bahsediyorum zannediyor.
Şimdi sen gittin öyle mi? Şimdi sen sor bana;
Hüznü sor bana, gözyaşını sor.
Yanmışlığı,
Yanılmışlığı sor,
Dünyayı sor bana, ölümü sor.
Ağlamayı,
Aldanmayı sor.
Kederi sor
Kaderi sor
Öksüzü, yetimi sor
Yalanı sor, kalanı sor, gideni sor
Yolları sor bana
Yolsuzluğu sor
Şarlatanları sor
Vedaları sor bana
Geçmeyen dakikaları;
Su gibi akıp giden yılları sor bana…
Sor, sor bana ne sormak istersen sor ama sensizliği sorma bana. Saklısın içimde, sorma nerdesin ne haldesin bende…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder